Genel olarak semptomlarla savaşmamayı, betalarla olan ilişkide kişiselleştirmemeye Kuranın nasıl işaret ettiğini bazı ayetlerden yola çıkarak detaylandırmaya çalıştım. Hatam eksiğim varsa uyarınız.
Ali İmran 134: ''Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler. Öfkelerini yutanlardır onlar, insanları affedenlerdir. Allah, güzel düşünüp güzel davrananları sever.'' Müminlerden bahsedilirken gadap/gayz/öfke duygularını itaate aldıklarından, içlerinde barındırmadıklarından bahsediliyor. Ali İmran 133: ''Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.'' denilmekte. Cennete koşun demek, bir anlamda hizmet edin çabalayın demek olduğunu çıkarımlıyorum. Bu hizmetin içerisinde müşriklere karşı verilecek olan savaş da dahil olmalı mantıken. Fakat hemen sonrasında, Ali İmran 134 de öfkelerini/gayzlarını yutarlar deniliyor. O zaman gayz/öfke, hizmet etmeye çalışan bir mümin için gerekli değil sonucunu çıkarabiliriz. Aynı duyguya karşı benzer bir mesaj Şura 37: ''Onlar, günahın büyüklerinden ve tüm iğrençliklerinden uzak dururlar. Öfkelendikleri zamansa, affedenler onlar olur.''
Bu öfke diye çevrilen gayz/yagız/gadap sözcüklerini biraz daha irdeledim. Tevbe 14,15: ''Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi/ġayza gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.'' Tevbe 14 de savaşın onlarla ve Allah onları rezil etsin deniliyor. Eğer ki öfke/gayz kelimesi gerekli olsaydı savaş için tevbe 14 de ''Onlarla savaşın'' denilirken tevbe 15 de ''sizin gayzınızı/öfkenizi gidersin Allah'' denilmezdi. Savaşmak için gerekli olan bir şey Allah tarafından kalbimizden neden alınsın?
O zaman şu soru doğuyor, savaşmak için öfkeye ihtiyacımız yoksa neye ihtiyacımız var, sertlik gösterirken ve adaleti ayakta tutarken öfke gerekli değil miydi? Betalara öfke göstermeyecek miyiz yani?
Şimdi öfke diye çevrilen kelimelerin kelimesinin kullanıldığı birkaç yeri daha inceleyelim. Gayz kelimesi doğrudan kullanılmıyor ama yagizu, yagız diye kelimeler var ki muhtemelen aynı kökten geliyorlar ve aynı şekilde öfke diye çevrilmişler hep.
Tevbe 120: ''Medine halkına ve çevrelerindeki Bedevî Araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz. Çünkü Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirmek/yeġîzu-lkuffâra üzere bir yere ayak basmaları, düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları durumunda kendileri için, barışa yönelik iyi bir amel mutlaka yazılacaktır. Allah, güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmez.''
Hac 15: ''Kim Allah'ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; bir sebeple göğe uzansın, sonra öteki ilişkilerini kessin de bakıversin: Oyunu, öfkelendirdiği/yaġîz şeyleri gerçekten giderecek mi?"
Fetih 29: ''Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok sevecendirler/çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri/izi vardır. Bu onların Tevrat'taki nitelikleri. İncil'deki nitelikleri de şöyle: Tıpkı bir ekin ki filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş. Filiz kalınlaştı, gövdesi üzerine dikildi. Ziraatçıları da imrendirir/hayran bırakır bu ekin. Allah böyle yapar ki, onlar sayesinde, inkâr edenleri öfkelendirsin/liyaġîza . Allah onlardan iman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlara bir bağışlanma ve büyük bir ödül vaat etmiştir.''
Ali İmran 119 : ''İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden/mine-lġayz ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.'
Ayetlerin ortak noktası gayz/yagız/öfke kelimelerinin müşriklerde barındığının, barınacağının söylenmesi. Öte yandan bu kelimeler müminler için kullanıldığında müminlerin öfke/gayz/yagız 'dan arınmaları nasihat edilmişti.
Ek olarak savaş ve kısas ayetlerinin hiçbir şekilde müminler için gayz/yagız/öfke kelimeleri geçmiyor. O zaman aradaki mücadelede bizim ihtiyacımız olan şey öfke değilse nedir? Bu soru da Tanrının betalarla mücadeleyi doğrudan emrettiği yerlere bakıldığında direk cevaplanıyor.
Müminlerin müşriklere karşı olan tavırlarındaki kelime seçimleri müşriklerin müminlere karşı olan tavırlarındaki kelimelerden farklı. Fetih 29' da eşiddâu kelimesi var. Sertlik/Çetinlik/Kararlılık/Şiddetli/Zorlu/Tavizsiz anlamları bulunmakta. Akılla oluşturulmuş bir tutum söz konusu.
Diğer bir ayet Maide 54: ''Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.'' Kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar kısmında geçen kelime ''izzetin''. Onurlu/güçlü/başı yukarıda/sert/zorlu anlamları bulunmakta.
Sonuç olarak müminlerin müşriklere karşı bir tutumu var fakat bu gayz/yagız/öfke kelimeleri ile değil yukarıda bahsettiğim başka kelimelerle ifade edilmiş. Üzerine de gayz/öfke negatif bir şey olarak anlatılmış, müşriklerin ona sahip olduğu, müminlerin ise ondan arınması gerektiğine vurgu yapılmış. O zaman burada bir ayrım var ve bu ayrımın bir açısı kişiselleştirme ile alakalı olabilir. Şu şekilde düşünebiliriz, Tanrı mücadele etmemizi farz kılmış, fakat bu mücadelenin bir de nasıl verileceği konusundaki detaylar söz konusu. Baktığımızda bir kişiye karşı olan öfke, nefret gibi direkt kişinin kendisine duyulan duygular aşırıya kaçmamıza sebep oluyor -maide 2-. Bu açıdan gayz/öfke kelimesinin yerilmesinin bir açısı budur diye düşünüyorum. İzzetin, eşiddau gibi kelimeler bunun tam tersine yani kişisel bir duygudan -gayz/yagız/öfke- değil görev bilincinden, adaletten, akıldan doğan bir tutuma işaret ediyor. Kısacası demek istediğim betalara karşı savaşmamak, onları sevmek bağıra basmak filan değil. Sadece mücadelenin kişisel duygulardan daha büyük bir amaç gütmesi gerektiği.
Kuran ve Kişiselleştirmemek
Moderatör: Co-Moderatör
- belikebond
- 1. Nesil
- Mesajlar: 201
- Kayıt: 18 Haz 2018, 02:17
Bu entryde kişiselleştirmenin ne olup olmadığını örneklerle biraz daha detaylandıracağım.
Kişiselleştirmek mücadeleyi hastalığa karşı değil semptoma karşı vermek, mücadeleyi bir yol olmaktan çıkarıp bir kişiye, topluluğa indirgemektir. Kişiselleştirmenin altında aslında kişinin kendi hastalıklarının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir başka kişiyi, ahmeti mehmeti düşman belirleyerek onu asıp keserek çürüterek kendini üstün, doğru görme isteği bir nevi. Asil motivasyonlardan ziyade ego aktif. Bu şekilde verilen bir mücadele bir yola hizmet için değil kişinin kendi egosuna hizmet için daha ziyade. Her türlü aşırılığın çıkma potansiyeli var böyle bir ruh halinden.
Betalarda kendi hastalıklarından dolayı çektikleri acının sebebini dışarıda arama gibi bir güdü var. Kendi bozuk iç haline kendisinin sebep olduğu gerçeğinden kaçma isteğinden kaynaklanıyor böylece suçu başkasına atarak sorumluluk almayacak. Sonuç olarak sürekli bir düşman arama girişimi var dış dünyada. -Nisa 78- Kişiselleştirerek savaşma durumunun altında bence biraz da bu durum yatıyor. Bir yol için savaş değil kendi kafasında düşman edinme sonra da o düşmanlığı sanki bir yol için savaşıyormuşçasına takınmak var. Işid türevi örgütler bunun örneğidir.
Düşman bellenen kişi ise kişisel açlıklardan dolayı değil yolun bir gerekliliğinden dolayı olması gerektiği belli artık. Buna örnek olarak da somutlaştırması için Altairin masyafa dönüşü videosunu atacağım. Bana sanki tam Kuranın bahsettiğinin uygulanışı gibi geliyor, yanlışım varsa uyarın. Altairin masyafa dönüşü klibinde assassinlerle ateş başında oturduğu kısım var. Oradaki ve genel olarak Abbasa karşı olan tavrında acayip bir olgunluk var. Hani Abbasa karşı baş kaldırıyor ve savaşa girişiyor fakat aynı zamanda Abbas umurunda bile değil.
Abbas ile mücadelesi sadece yol için gerçekleştirilmesi gereken bir eylem, fazlası değil. İşin içinde kişisel açlıklar yok, aşırıya kaçmamak için duyguların itaate alınışı var. Altairi doğru yapan şey yaptığı işi hastalıklardan dolayı değil, görev bilincinden dolayı yapması. Görevi bu denli kişisel açlıklardan uzak tutmak basit bir iş değil. Sebepleri neler, nasıl temize pis karıştırmıyor? Abbasa türlü fanteziler yapabilirdi. Yapmamasına sebep olan şey nedir? Betanın davranışlarını kişiselleştirmemesi, hayata dair derinliği, iyileşmişliği… Abbasın davranışlarını hoş görmüyor sadece davranışlarının neyden dolayı olduğunun bilincinde –videoda 11:06 tam- ve bundan dolayı da savaşı betaya indirgemiyor, kişiselleştirmiyor.
https://www.youtube.com/watch?v=OAmlMzR6Igc
Kişiselleştirmek mücadeleyi hastalığa karşı değil semptoma karşı vermek, mücadeleyi bir yol olmaktan çıkarıp bir kişiye, topluluğa indirgemektir. Kişiselleştirmenin altında aslında kişinin kendi hastalıklarının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir başka kişiyi, ahmeti mehmeti düşman belirleyerek onu asıp keserek çürüterek kendini üstün, doğru görme isteği bir nevi. Asil motivasyonlardan ziyade ego aktif. Bu şekilde verilen bir mücadele bir yola hizmet için değil kişinin kendi egosuna hizmet için daha ziyade. Her türlü aşırılığın çıkma potansiyeli var böyle bir ruh halinden.
Betalarda kendi hastalıklarından dolayı çektikleri acının sebebini dışarıda arama gibi bir güdü var. Kendi bozuk iç haline kendisinin sebep olduğu gerçeğinden kaçma isteğinden kaynaklanıyor böylece suçu başkasına atarak sorumluluk almayacak. Sonuç olarak sürekli bir düşman arama girişimi var dış dünyada. -Nisa 78- Kişiselleştirerek savaşma durumunun altında bence biraz da bu durum yatıyor. Bir yol için savaş değil kendi kafasında düşman edinme sonra da o düşmanlığı sanki bir yol için savaşıyormuşçasına takınmak var. Işid türevi örgütler bunun örneğidir.
Düşman bellenen kişi ise kişisel açlıklardan dolayı değil yolun bir gerekliliğinden dolayı olması gerektiği belli artık. Buna örnek olarak da somutlaştırması için Altairin masyafa dönüşü videosunu atacağım. Bana sanki tam Kuranın bahsettiğinin uygulanışı gibi geliyor, yanlışım varsa uyarın. Altairin masyafa dönüşü klibinde assassinlerle ateş başında oturduğu kısım var. Oradaki ve genel olarak Abbasa karşı olan tavrında acayip bir olgunluk var. Hani Abbasa karşı baş kaldırıyor ve savaşa girişiyor fakat aynı zamanda Abbas umurunda bile değil.
Abbas ile mücadelesi sadece yol için gerçekleştirilmesi gereken bir eylem, fazlası değil. İşin içinde kişisel açlıklar yok, aşırıya kaçmamak için duyguların itaate alınışı var. Altairi doğru yapan şey yaptığı işi hastalıklardan dolayı değil, görev bilincinden dolayı yapması. Görevi bu denli kişisel açlıklardan uzak tutmak basit bir iş değil. Sebepleri neler, nasıl temize pis karıştırmıyor? Abbasa türlü fanteziler yapabilirdi. Yapmamasına sebep olan şey nedir? Betanın davranışlarını kişiselleştirmemesi, hayata dair derinliği, iyileşmişliği… Abbasın davranışlarını hoş görmüyor sadece davranışlarının neyden dolayı olduğunun bilincinde –videoda 11:06 tam- ve bundan dolayı da savaşı betaya indirgemiyor, kişiselleştirmiyor.
https://www.youtube.com/watch?v=OAmlMzR6Igc