Salat Hakkında

"...De ki: 'Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!" -Neml 92

Moderatör: Co-Moderatör

Kullanıcı avatarı
Bold
Sürgün
Mesajlar: 267
Kayıt: 04 Haz 2018, 17:45

#1

Okunmamış mesaj

Allah'ın selamı ve bereketi üzerinize olsun gençler.

Salat konusunda ilk olarak "eğer salatın ikamesi bir ritüel içeriyorsa, kuran'da bunun detayları nerede anlatılıyor?" sorusunun büyük önem arz ettiğini düşünüyorum. Kuran kaynaklı bir inceleme yaptığımızda kuran'ın ritüele dayalı detaylandırmadan eksik oluşu göz ardı edilemeyecek bir delil sunuyor.

Evvela namazın ritüelinin var olduğunu iddia edenlerin argümanlarını inceleyelim, bunları genel olarak üçe ayırabiliriz;
- Namazın hadislerle açıklanmış olması
- Elçi İbrahim döneminden beri nesilden nesile aktarılarak bugüne gelmiş olması
- Kuran'a bakılarak namaz ritüelinin çıkarımın yapılabiliyor olması

Hadis mevzusunu malumunuz artık çürütmeye gerek duymuyorum zaten dinin kaynağının kuran olduğu konusunda hemfikir bir grubuz. Elçi İbrahim'den beri nesilden nesile aktarılmış olması iddiasın için de bir ön kabul kullanıldığına dikkat çekmek istiyorum, bu önkabul de Elçi İbrahim'in ritüel yapıyor olduğunu var saymak. Bunu desteklemek için en çok kullanılan kuran ayeti 16:123'teki "İbrahim'in milletine uyun" ifadesi. Kısaca "Bakın burada İbrahim'in toplumuna uyun diyor, o zaten namaz kılıyordu ve insanlara öğretmişti" denilip olay bugünkü ritüele getiriliyor. Bir kere ayette geçen millet kelimesi "m-l-l" kökünden türemekle birlikte dikte etmek/emretmek anlamına geliyor ve belli bir topluluk için kuranda kullanılan kelime ise qvm kökünden türeme "kavim". Yine kuran'a baktığımızda elçi İbrahim'in ritüel barındıran bir din tanıttığına dair bir delil göremiyoruz. Elçi İbrahim'in bildirdiği dinin temeli kuran'dan bildiğimiz şekilde monoteizm çünkü Kuran'da bu şanlı elçi, halkının sapkın put ve şirk inancını yıkan tek tanrıcılığın sembol ismi olarak vurgulanıyor. Yapılan önkabulün bir diğer falsosu ise kuran'ın evrensel bir kitap oluşunu baltalaması. Şayet kuran dışı tevatür içerikli geleneklerin kapsamı bu dine girecekse, kuranın yeterli oluşunun ötesine çıkılacak ve bu da kuran'la çelişecek bir durum yaratacaktır. Oysa kuran yeterli değil midir?

Kuran'dan namaz ritüeline ulaşılmaya çalışılan bütün önermelerde de karışık ve zorlama bir metod uygulanmak zorunda kalındığını görüyoruz. Namazın amacı, temizlenmesi, vakti, hareketleri, ses tonu, yönü, bitirilişi gibi mevzuları hep farklı surelerden tane tane çekerek bir sonuca ulaşılmaya çalışılmış. Bu durumda namaz ritüelinin kuran'da olduğunu söylemek tanrının karman çorman bir şekilde bu ritüeli anlatmış olduğunu iddia etmektir. Tanrı, din için bu kadar kilit bir değer taşıyan ve defaatle tekrarlanan bir konuyu açıklarken neden puzzle çözer gibi sure ve ayetleri ayıklamak durumunda bıraksın bizi?

Benim görebildiğim şudur ki; namaz ritüelinin islam dinin gerekliliklerinden biri olduğunu iddia edebilmek için tek yol var, o da kuran'ı önkabullerle incelemek. Şu bir gerçek ki kuran'la haşır neşir olan bir insanın net olarak fark ettiği, çoklukla tekrarlanan ciddi uyarılardan biri bizi atalarımızın dinini körü körüne takip etmekten kati suretle men ediyor oluşu. Bu durumda yapılacak herhangi bir ritüel kuran kaynaklı değilse bunu Allah'ın dininin bir parçası olarak kabul edemeyiz.

Peki ritüel değilse, o zaman salat nedir? Bunun cevabını da kuran'ı incelediğimizde tanrı izin verirse bulacağız.
Etimolojiden olaya girecek olursak, salat s-l-w kökünden türemiş geniş kapsamlı bir kelime "desteklemek, yakından takip etmek, arkasından yürümek/takip etmek, (Musalli > önde giden lider atı izleyen arkadaki ata deniyor), bağlı kalmak, söylev, nutuk, hitabe, konuşma, dua, yalvarış" gibi anlamları bulunmakta. Elbette hangi anlamda kullanıldığını anlayabilmek için bağlamı göz önünde bulundurmalıyız ancak birincil anlam "tanrının kurallarına bağlılık/yakından takip" olarak nitelendirilebilir. Kuran'ın kendi içindeki anlatımı biraz gözlemlediğimizde salatın ne olduğuna dair bir anlayış geliştirebiliriz.

75:31-32: "Fakat o ne doğruladı ne de salat etti fakat yalanladı ve yüz çevirdi."
Burada saddeka - kezzebe zıt anlamlı kelimeler, yani doğrulamak - yalanlamak zıt anlamlılığının benzerini salat etmek ve yüz çevirmekte gözlemlemekteyiz. Buradaki cümledeki anlatımdan salatın yüz çevirmenin tersi ilgili olmak/ yönelmek/ takibinde olmak/ bağlantılı olmak anlamının bulunduğunu kolaylıkla anlayabiliriz.

Mearic 22-34 arası musallin/salat edenlerin özellikleri anlatılıyor:
- Muhtaç olanlar için sahip olduklarından belirli bir pay ayırırlar
- Hesap gününü tasdik ederler
- Rabb'lerinin azabından çekinirler
- Irzlarını korurlar
- Haddi aşmazlar
- Emanetlerini ve verdikleri sözleri gözetirler
- Tanıklıklarını dosdoğru yaparlar
- Salatlarında devamlıdırlar ve onu korurlar.

Müddessir 42'den itibaren sizi Sakar'a sürükleyen nedir sorusuna cevap da müsallin / salat edenlerden olmadık. Peki devamında salat edenlerin özellikleriyle ilgili ne anlatılıyor? Yoksulu doyuran, boş şeylere/batıla dalmayan, hesap gününü doğrulayan, ahiretten korkan, zikirden/tanrının öğütünden/kuran'dan yüz çevirmeyenler.

Buradan şunu görüyoruz ki musallin/salat eden birey olarak kuran tanrının emirlerini sıkıca takip ederek bunları hayatına entegre etmiş kişiyi anlatıyor. Yani musallin/salat eden birey olmanın yolu tanrının mesajına, emirlerine, öğütlerine sıkıca uyarak bu yolda sapmadan devam etmekten geçiyor.

29:45: "Kitap'tan sana vahyolunan şeyi oku. Salatı ikame et. Salat, fahşadan ve münkerden alıkoyar."
Vahyin ışığında emirleri yakından takıp etmek/sıkıca bağlı olmanın neticesi kötülükten ve aşırılıktan korunmak oluyor.

Maun suresi: "Dini yalanlayanı görüyorsun değil mi? İşte o yetimi itip kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. Vay haline o salat edenlerin. Onlar ki salatlarından gafletteler. Onlar gösteriş yapanlardır. Ve küçük, basit, sıradan yardımı bile esirgerler."
Gösteriş yapmalarının ve yardım esirgeyecek mentalitede olmalarının nedeni olarak yönelişlerinden/ takip ettiklerinden/bağlı oldukları şeyden bilinçsiz oluşlarına dair bir eleştiri var. Sapkınlıkları yanlış bir salat algısı olmasından kaynaklanıyor. Yani Mekkeli müşrikler salat ediyorlar ancak onların salatı bilinçsizce, yanlış motivasyonlara dayalı ve belli kalıplarla tekrarlanan -ritüel olma olasılığı yüksek- tatminlikten başka birşey değil ve bu tanrı tarafından kınanıyor.

19: 59: "Bundan sonra arkalarından gelen sonraki nesil, salatı zayi ettiler ve şehvetlerine uydular. "
Burada da tanrının öğütlerini takip etmeyi bırakıp/zayi edip kendi şehvetlerine yöneliyorlar.

19: 60: "Ancak tevbe edip, iman eden ve salihatı yapanlar hariç. İşte onlar Cennet'e girecekler ve onlara hiçbir şekilde haksızlık yapılmayacaktır."
Yani salatı zayi etmeyenler tevbe edip yanlışlarını düzelten, iman eden ve salihatı yapan kişiler.

2:45: "Sabır ve salatla yardım isteyin. Kuşkusuz bu içtenlikle itaat edenlerden başkasına ağır gelir"
Yani sabrederek ve tanrıya yönelerek / O'na ve öğütlerine olan bağlılığı sürdürerek yardım isteyin.

11:84-85-86: "Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Ey halkım! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben, sizi bir hayır içinde görüyorum. Ve sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum."
"Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yapın. Kimsenin malını eksik vermeyin. Bozguncular olarak yeryüzünde fesat çıkarmayın. Eğer mü'minler iseniz, Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben, gözetleyiciniz değilim."
"Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Atalarımızın kulluk ettiklerini bırakmamızı; mallarımızı, istediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi senin salatın mı buyuruyor?" Oysaki sen yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın."

Şuayb tanrının emirlerini bildiriyor, insanlar da senin takip ettiğin/ bağlı olduğun ilahi emirler/salatın mı sana bunu emrediyor diyor. Burada salat Şuayb'in bildirdiği ve sıkı sıkıya sarıldığı ilahi emirler.

5:91: "Şeytan, hamr ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ın öğütlerini dinlemekten ve salattan uzaklaştırmak ister. O halde bunlardan vazgeçmeyecek misiniz?"
Burada da şeytan vahiyle olan bağımızı zayıflatarak tanrının öğütlerini dinlemekten ve emirlerini sıkıca takip etmekten uzaklaştırmak istiyor.

9:5: "Haram aylar çıktığı zaman, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin, bütün geçit yerlerinde onları gözetleyin. Eğer tevbe edip , salatı ikame eder , zekatı verirlerse diledikleri yolu seçsinler. Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir."
Burada da tevbe eden yani yaptığı yanlışları kabul edip vazgeçen, salatı ikame eden derken de tanrının emirlerini hesaba alıp uymaya başlayanlara diledikleri yolu seçebilecekleri söyleniyor.

Bu örneklerin hiçbirinde salatın namaz ritüeli ile alakası yok. Bir kişi kuran'ın emirlerini takip edip tanrının koyduğu yasaların dışına çıkmıyorsa musallin olmuş olduğunu da görebiliyoruz.
Bu konu haricinde kuran'da sıkça tekrarlanan ve geleneksel çevirilerde namaz kılmak olarak geçen "ekimis salate", yani salatın ikamesi kalıbıyla karşılaşıyoruz, peki salatı ikame etmek ne anlama geliyor?

Salatı ikame etmekte geçen Kaf-Vav-Mim harf köklerinden oluşan “İkame” kelimesi “bir şeyin hakkını vererek yapmak, tam ve sürekli yerine getirmek (İkametü eş-şey’in), bir şeyi ayağa kaldırmak, ayakta tutmak, hâkim kılmak, canlı tutmak, kalıcı kılmak, sürekli işleyen hale getirmek, doğrultmak” anlamlarında kullanılmaktadır.

Salat'ın ne olduğunu öğrendiğimize göre buradan da salatın ikame etmenin, Allah'ın dinini öğrenmek, yaşatmak, ve ayakta tutmak olduğunu anlayabiliriz. Bunun ise farklı boyutları var ve kuran bunlara ayrı ayrı değiniyor, nedir bunlar? Vahyin öğrenilmesi, öğretilmesi ve yayılması, buna mukabil eğitim için sağlıklı koşulların sağlanması, toplumsal düzenin oluşması ve bir destekleşme/dayanışma bilincinin geliştirilmesi.

Kuran'da salatın ikamesinin sıkça anıldığı iki türlü kalıptan söz edebiliriz. Bunlar;
- Vahye sımsıkı sarıl/sana vahyolunanı oku ve salatı ikame et.
- Salatı ikame et ve zekatı yap.
Biri salatın ikamesinin kuran üzerine çalışılarak yapılan eğitim boyutu, diğeri ise tanrının emirlerinin topluma aksettirilerek yapılan paylaşımcı destekleşme boyutu. Birbirini besleyen iki durum var burada. İlk olarak vahyi kendinde ayağa kaldıracaksın, yani okumadıktan ve kendini vahiyle beslemedikten sonra zaten ayakta tutabilecek kıvama da gelemezsin. Ve sonrasında bu öğrendiklerini aksiyona geçirerek vahyi yaşatmadıktan sonra da öğrenmiş olduğunun bir anlamı kalmaz. Bu durumda salatın ikamesi bir fiil farklı şekillerde gerçekleşebilir. Allah ayetlerini göndererek salat ettiği gibi biz de o ayetleri öğrenerek, uygulayarak salat ederiz. Ahzab 43'e göre tanrı bize vahyi göndererek salat edip karanlıktan aydınlığa çıkarıyor, biz de bu desteği/salatı vahyi yaşatarak ayakta tutup salatı ikame etmiş oluyoruz. Yani özetle salatın ikamesi vahyin öğrenilmesi ve uygulanışıyla canlı kalmış oluyor.

Şimdi salatın eğitim boyutunu gösteren kuran ayetlerine bir bakalım.

7:170: "Onlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve salâtı ikame ederler. Muhakkak ki Biz, salih olanların ecrini zayi etmeyiz."

Kuran'da şunu net görüyoruz ki elçi tarafından belirlenen vakitlerde yapılan salat seansları/dönemleri var. Bu salat seanslarının içeriğiyle ilgili de kuran'da ayrıntılar var. Sarhoşken yanaşamıyorsun, temizlik şartları var, sesin nasıl olması gerektiği anlatılıyor vs. Bu eğitimlerin ise yapılması ve katılımın olması müminler/inananlar adına bir seçenek değil, bir zorunluluk. Bunu nereden biliyoruz? Nisa 103'te de açık olarak "...Kuşkusuz salat, belirlenmiş vakitlerde mü'minler üzerine yazılmıştır." geçiyor. Peki bu vakitler ne? Hud 114, İsra 78 ve Nur 58'te de bunlar belirtiliyor.

11:114: "Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakınlarında salatı ikame et. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, anlayanlara bir öğüttür."
17:78: "Güneş'in batmasından gecenin karanlığı bastırıncaya kadar salatı ikame et. Ve fecrin kur'anı; kuşkusuz fecrin kur'anı tanıklıdır."
24:58: "Ey iman edenler! Yeminle hak sahibi olduğunuz kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlar; şu üç vakitte, yanınıza girmek için sizden izin istesinler; sabah salatından önce, gün ortasında elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam salatından sonra. Bu üç vakit "avret" vaktidir. Bunlar dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda siz ve onlar için bir sakınca yoktur. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklıyor. Allah, Her Şeyi Bilen'dir, En İyi Hüküm Veren'dir."

Anlaşılacağı üzere salatül fecr/sabah salatı ve salatül işa/akşam salatı olmak üzere iki tane salat vakti var. Vakitleri daha iyi anlamak adına şu görsel yardımcı olacaktır: https://eksisozluk.com/img/3jzdz72t
Eğer öğlen ya da başka bir vakit daha olsaydı Nur 58'te yapılan uyarıda o salattan da bahsedilirdi fakat sadece sabah salatı ve akşam salatından söz ediliyor. Gündüzün iki tarafı/ucu güneşin doğmasına ve batmasına yakın olan sabah ve akşam vakitlerine tekabül ediyor. Fecr salat'ı gecenin karanlığından aydınlığa geçene kadar olan şafak vaktinde gerçekleşiyor, akşam salatı da güneş batmaya başladığı vakitten tam olarak batıncaya kadar geçen sürede. İsra 78'de geçen güneşin batması olarak çevrilen kısım "dülukul şems"in güneşin doğmasıyla alakası yok. "Duluk" sözcüğü, "batmak" demek, "Duluku'ş-şems" deyimi ise güneşin batması demek. Dolayısı ile bu ayetten sabahtan akşama kadar salatı ikame et gibi bir anlam çıkmıyor. Orada anlatılmak istenen güneş batmaya başladığı vakitten tam olarak battığı zamana kadar geçen vaktin akşam salatına denk gelmesi.
Peki ne yapılıyor bu salat vakitlerinde?

Sabah ve akşam salatı besbelli ki mahremiyet zamanı yani "private" bir mevzu çünkü Nur 58'de yakın olduğu kişilerin bile odaya girmek için izin istemesi gerektiğini vurgulamış kuran. Bir odaklanma söz konusu ve dikkati dağıtacak etken olmaması önemli. Bir okuma yahut eğitim yapıldığına yönelik ipucu veriyor bu durum, sonuçta sen eğitim yaparken biri çat pat odaya girse elbette verim düşecektir.

"Fecrin kuranı tanıklıdır" sözü aslında bir göz kırpıyor fakat bu da farklı farklı yorumlanmış bir kısım. Kuran'ın toplama/biriktirme anlamı baz alınarak orada sabah ışıklarının biraraya gelmesi olarak yorumlayan var, sabah namazı diyen var, "tanıklıdır" olarak çevrilen "meşhuden" sözcüğünün aslında "görünür" olduğunu iddia edip fecr salatının güneşin ışımasından ayırt edilebildiğinin anlatıldığını söyleyen var. Bizim yine daha iyi bir anlayış için bağlamları iyice incelememiz gerekiyor. İsra 78'in devamı:
İsra 79: "Sana özgü bir davranış olarak, gecenin bir kısmında onunla uyan. Böylece Rabbinin seni övgüye layık bir konuma ulaştırması umulur."

Elçi gece uyanıp ne yapıyor?

İsra 80-81: "De ki: "Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk dürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç / kanıt ver. De ki: "Hakk geldi, Batıl yok oldu. Kuşkusuz ki Batıl yok olmaya mahkumdur."

Hakk olarak gelen şey ne?

İsra 82: "Kur'an'dan indirdiğimiz şeyler, mü'minler için şifadır, rahmettir. Zalimlerin ise yalnızca hüsranını arttırır."

Olay vahiy, yani kuran etrafında döndüğü çok açık değil mi beyler? Elçi gece uyanıp ekstra olarak ne yapıyor? Apaçık ki vahiy üzerine çalışıyor. Salat toplantılarında da insanları toplayıp kuran ışığında eğitim veriliyor. Daha da iyi anlamak adına Isra 78'den öncesine de bakalım.

Isra 72: "Bu dünyada kör olan, ahirette de kör olacaktır. Yol bulma bakımından körden daha şaşkın olacaktır."

Bu dünyada ne vesilesiyle kör olmayacaksın?

Isra 73-74: "Onlar, fitneyle neredeyse seni, sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını Bize karşı uyduran bir iftiracı konumuna düşüreceklerdi. O zaman seni halil edinirlerdi. Seni dirençli kılmasaydık, ant olsun ki sen, neredeyse az da olsa onlara eğilim gösterecektin."

Tanrı çok açıkça elçiyi bile fitneyle vahiyden ayırabilecek duruma getirebildiklerinden söz ediyor. Seni saptırmak istediklerinde sapasağlam durabilmen için ne yapman gerekiyor? Yol bulma bakımından şaşkın olmamak için ne gerekiyor? Tüm bağlam kuran eğitimi etrafında dönüyor. Bu konsept içinde uyarılardan sonra salatı ikame et deniliyor ve vakitler belirtiliyor. Saptırma çabalarına rağmen sapasağlam kalabilmek için kuran ile eğitimin vakitlice devam etmesi gerektiği belirtiliyor.
Isra suresinin devamına da bakalım.

105'ten itibaren: "Onu hakk ile indirdik. Ve hakk ile indi. Seni, haber verici ve uyarıcı olmandan başka bir şey için göndermedik. Kur'an'ı; onu, zamana yayarak insanlara duyurman için bölümler halinde birbiri ardınca indirdik. De ki: "İster Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın en iyi isimler O'nundur. Salatında sesini ne fazla yükselt ne de fazla kıs. Bu ikisi arasında bir yol tut."

Mevzu daha da netleşmiştir heralde. Vahyin bildirilmesi, kuran içerikli eğitimin içeriğinin nasıl olması gerektiği konusuna da değiniyor tanrı "sesini fazla yükseltme, fazla da kısma diyerek".

Peki cuma suresi ne anlatıyor? Cuma'nın toplantı/toplanmak anlamları var. Sure incelendiğinde de gün ortasında Allah'ın zikri ve öğüdü için toplanıldığı çok net.

Cuma 9-10-11: "Ey iman edenler! Cuma/Toplantı günü salat için seslenildiği zaman, alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın öğüdüne koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. Salatı kaza ettikten sonra, hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ın öğütlerini hiç unutmayın. Umulur ki, böylece kurtuluşa erersiniz. Bir kısım insanlar, ticaret ve eğlence görünce, seni bırakarak ona yönelip gittiler. De ki: "Allah'ın katında olanlar, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Bu vakitli olan salatların dışında çünkü üzerimize yazılmış salatlar arasında geçmiyor. Bunun haftanın belli bir gününde ve anladığımız kadarıyla gün ortasında elçi tarafından yapılan destekleşme ve dayanışma odaklı Allah'ın öğüdünün zikredildiği bir buluşma olma ihtimali yüksek. Bakara 238'de geçen salatı vusta/orta salatı koruyun ifadesinin gün ortasından dolayı bu toplantıyı kast etme ihtimali yüksek fakat bu konuda çok fazla yorum var, net olarak konuşabileceğim bir mevzu değil sadece fikir versin diye yazdım.

Buradan yapılabilecek yanlış çıkarımlardan biri de salatın ikamesinin sadece elçiye özgü bir emir olması. Evet, "salatı ikame et" emri tekil form halinde elçiye hitaben emrediliyor ancak salatı ikame etme ile ilgili ayetlere baktığımızda tanrının bütün inananlara/müminlere seslendiğini görüyoruz, şayet öyle bir durum olsaydı nebiye özel bir sesleniş olması gerekirdi.

4:43 ve 24:58'te ayetler "Ey iman edenler!" ile başlıyor. Ek olarak; elbette kuran sadece o dönemde iman edenler böyle yapıyordu diye bilgimiz olsun diye inmedi, anlatılanların öğüt olmasının bir sebebi var. Sadece nebiyi bağlayan bir emir olması durumunda kuran zaten bunu belirtecek bir kitaptır.

Ek olarak namaz ritüelini meşrulaştırmak için sıkça kullanılan Nisa 102'ye değinmek istiyorum. Ayet dikkatli incelendiğinde yine bugünkü kılınan namaz formuyla uyuşmadığı net görülüyor. Ayette geçen secdenin fiziksel anlamda kullanıldığını varsayalım ve öyle inceleyelim.
Nisa 102: "Sen (tekil formda) de içlerinde bulunup; onlara salatı ikame ettirdiğin zaman, onların bir kısmı seninle beraber salata dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. Onlar secde edince, arkanıza geçsinler..."
Ayette onlar secde ettiğinde diyor, hepiniz secde ettiğinde demiyor yani lider secdeye gitmiyor. E herkes secde ettiği vakit elçininin etmemesi namaz ritüeliyle bağdaşmayan bir durum. Bu bile başlı başına çürütüyor aslında, ayet savaş sırasında eğitimin nasıl devam ettirileceğini anlatıyor. Bu ayete baktığımızda kuran eğitiminin savaş gibi ekstrem bir şartta bile aksatılmayacak kadar değerli olduğu da vurgulanıyor aslında, zaten Nisa 103'te de vakitli bir emir olarak yazıldığı ile bu olay pekiştiriliyor.

Secdeye de biraz değinecek olursak, kur’an’da kullanışığına bakarsak yere kapanmaktan ziyade büyüklüğünü kabul etmek, boyun eğmek, onaylamak gibi manalarının olduğunu görüyoruz. Hatta yere kapanmak manası vermek kurani açıdan büyük bir problem oluştuyor. Ayetlerle açıklayacak olursak;

Bakara:58: “…Kapılardan secde ederek girin…”
Nahl:49: “Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklenmeden Allah’a secde ederler.”

Fiziksel değil manevi, karakteristik bir durumdur diye bağırıyor.

Bakara:34: “Meleklere ademe secde edin dediğimiz zaman secde ettiler. Ancak iblis diretti, büyüklendi ve kafirlerden oldu.”
Bu ayet de secdenin tanımını yapan bir ayet aslında. Salat kelimesinde olduğu gibi burada da zıt anlamlardan faydalanabiliriz. Hepsi secde ediyor ancak iblis zıttını yapıyor. Yani büyükleniyor, diretiyor; secde etmek de büyüklüğünü kabul etmek, onaylamak manasına geliyor.

İnşikak 21–22: “Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar. Bilakis küfredenler yalanlıyorlar.”
İsra 107: “De ki ona ister iman edin ister iman etmeyin. Daha önce kendilerine ilim verilmiş olanlara okununca onlar çeneleri üstüne kapanarak secde ederler.”

Secde etmek zaten yere kapanmak ise tanrı neden fazla kelime kullansın? Bir de dikkat çekmek isterim ki kapanma eylemi bile kuran’da farklı olarak çeneleri üzerine gerçekleşiyor fakat şu anki ritüelde alın üzere kapanılıyor. Burada da insanların ritüele nazaran içten gelen bir davranışla yere kapanma ihtimali daha ağır basıyor.

Maide 55: “Sizin veliniz ancak Allah’tır, resulüdür ve o iman edenlerdir ki onlar salâtı ikame ederler ve rüku ederek zekatı verirler.”
Rüku ederek zekatı vermek nasıl gerçekleşiyor? Fiziksel olarak mümkün mü böyle bir şey? Hayır tabi ki, rüku ederek demek kelime anlamına da bakıldığında alçakgönüllülükle, tevazu ile vermektir, birinin önünde eğilerek değil.

Maide suresinde geçen abdest/temizlenme konusu da çok açık. Allah toplantıya katılacak insanların temiz olmasını istiyor. Sonuçta toplum içine çıkılıyor ve o dönemde temizlik alışkanlığı gelişmemiş bir topluluğa hitap edildiğini de unutmamak gerekir. Bu temizliğin manevi bir boyutu var mı, suyun nötrleştirici ve zihni rahatlatıcı etkisinin anlamaya etkisi var mı vb konuları hakkında bir şey söylemek zor; benim görebildiğim yalnızca Allah'ın müminlerin temiz olmasını istemesi ve bunun için salatın ikamesinden önce temizlenmeyi şart koymuş olması.

Şimdi gelelim salatın toplumsal destekleşme olan boyutuna ve bunun bahsedildiği ayetlere. Kur’anda, salatın ikamesinin geçtiği çoğu ayette, ardından zekatın yapılması veya verilen rızkın infak edilmesinden söz edilir. "Ekımıs salate atuz zekat" kalıbıyla sık sık karşılırız. Bu ikisinin birlikte sık zikredilmesini birbirlerini tamamlayıcı bir yanı olduğuna dair bize bir fikir verir.

5:66: "Ve eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve kendilerine Rablerinden indirileni (Kur'an'ı) ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimeti) yiyeceklerdi..."
35: 29: "Kuşkusuz Allah'ın Kitap'ını okuyanlar, salatı ikame edenler ve rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık olarak ihtiyaç sahiplerine verenler, asla kesilmeyecek bir kazanç umabilirler."
14:31: "İman eden kullarıma söyle: "İçinde alışverişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, salatı ikame etsinler, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli açık infak etsinler."
14:37: "Rabbimiz! Gerçekten ben, neslimden bir kısmını sahipsiz, ekine elverişli olmayan vadiye; Beyt-i Haram'ın yanına yerleştirdim; Rabb'imiz! Salatı ikame etsinler. İnsanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönelt. Ve onları kimi ürünlerle rızıklandır. Umulur ki onlar şükrederler."
22:35: "Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, başlarına gelene sabrederler, salatı ikame ederler, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler."

Zekat, "zkw" kökünden türeme. Arınmak, var olan bir şeyin artışı/gelişimi anlamları var. Sadece mali yardımlar değil, Allah adına yapılan her türlü paylaşım zekatın kapsamına giriyor ve kişinin arınmasını sağlıyor. Yani zekat finansal yardım değil aslında bu paylaşımın sonrasında elde edilen sonuç. Finansal yardım için kullanılan kelime ise "sadaka", ve bunun zorunlu olduğu belirtiliyor.

92:18: "O ki malını vererek arınır."
Burada arınır olarak çevrilen kelime zekatın bir türevi olan tezekka.

9:60: "Sadakalar, Allah'tan bir farz olarak; ancak yoksullara, düşkünlere, bununla ilgili görevlilere , kalpleri kazanılacak kimselere , rikab olanlara , borçlulara, Allah yoluna ve yol oğluna aittir. Allah, Her Şeyi Bilen'dir, En İyi Hüküm Veren'dir."

9:103: "Onların mallarından sadaka al; bununla onları temizleyip arındırırsın. Ve onlara salli ol, kuşkusuz senin salatın onlara dinginlik verir. Allah, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir."

Taha 75-76: "Ve kim O'na bir mümin olarak salihatı yapmış şekilde gelirse, işte böyle kimseler için yüksek makamlar vardır. İçinden ırmaklar akan Adn Cennetlerinde sürekli kalacaklar. İşte bu arınmış olanlara verilecek karşılıktır."

Mümin olan ve salihatı yapmış kişiler "tezekka" yani arınmış/Allah katında derecesi artmış oluyor. Anlaşılıyor ki zekat tanrının rızasını kazanmak amacıyla yapılan, aksiyon bazlı olan işler. 2:151'de elçi insanları nasıl arındırıyor? anlayışlarını ve inançlarını güçlendirerek iyi işler yapmaya teşvik ediyor. 79:18'de elçi "arınmak ister misin?" diye sorduğunda burada da tanrıya teslim olup iyi işler yapmak istemez misin kast ediliyor. Yine 24:28'de tanrı katında takvaya daha yaklaştıran davranış örneği veriliyor.

24:41: "Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların Allah’ı tesbih ettiklerini / O'nun kurallarına riayet ederek yaşadığını görmedin mi ? Hiç düşünmedin mi ? Hepsi kendi salatını / desteğini, doğaya yapacağı katkıyı kesinlikle bilmektedir. Allah’ da onların işlemekte olduklarını bilmektedir."

Bütün canlılar ekosisteme nasıl bir salat/destek ve katkı yapacağını biliyorlar, tanrının yasalarına riayet ederek yaşıyorlar. İnsan da bunu vahiyden, tanrının öğütlerinden öğrenerek salatı ikame ederek yapıyor. 35:29: "Kuşkusuz Allah'ın Kitap'ını okuyanlar, salatı ikame edenler ve rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık olarak ihtiyaç sahiplerine verenler, asla kesilmeyecek bir kazanç umabilirler."

2:277: "Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salatı ikame eden ve zekâtı veren kişilerin Rableri katında mükafatları vardır. Ve onlar üzerinde hiç bir korku yoktur."

10:87: "Musa ve kardeşine vahyettik: "Halkınız için Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın ve salatı ikame edin. Mü'minleri müjdele."

Evler hazırlayıp ne yapıyorlar? Kıble'nin de anlamına bakın, burada evlerin ortak bir buluşma yeri yapılması durumu var.
Salatın ikame edilmesi için bireylerin katılımına ve maddi-manevi desteklerine ihtiyaç var. Toplumun kalkınması ve refahı için, insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için, huzur ve mutlulukları için, iş alanlarına, eğitim kurumlarına, sosyal güvence kurumlarına ihtiyaç var. Bunların kurulabilmesi için de toplum dayanışması bilincine sahip insanların yetişmesi gerekiyor. Salatın ikamesinin bu kapsamına daha çok örnek var, birkaç tane daha serpiştirelim.

Enfal 3: "Onlar, salatı ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edenlerdir."
2:83: "Hani! Bir zaman İsrailoğulları'ndan, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; anne ve babaya, öksüzlere, düşkünlere iyilik yapın; insanlara iyi söz söyleyin, "salatı ikame edin, zekatı verin", diye kesin söz almıştık. Sonra, içinizden pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Ve sizler, döneklik yapanlarsınız."
31:17: "Ey oğulcuğum! Salatı ikame et, iyiliği öner, kötülükten sakındır. Karşılaştığın zorluklara sabret. Bunlar kararlılık göstermen gereken şeylerdir."
2: 177: "Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz birr değildir. Ama birr: Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, kitaplara ve nebilere iman etmek; malını sevdiği halde onu yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, yardım isteyenlere, rikab olanlara vermek; "salatı ikame etmek, zekat vermek", söz verdiği zaman sözünü yerine getirmek, sıkıntıda, zorlukta ve felakete uğrama durumunda sabretmektir. İşte bunlar, sadık olanlardır. Ve işte bunlar, takva sahibi olanlardır."

Elçiler tanrıdan gelen emirle salatı ikame ediyorlar çünkü toplumun huzuru için adaleti sağlamak, hakça paylaşmak, dayanışma halinde olmak, destekleşmek islamın temelini oluşturuyor. Elçi Muhammed'in müminlerle toplandığını, fikirlerini alıp şura kararlarına göre hareket ettiğini kurandan biliyoruz. Bu çerçevede önce eğitim ve öğretim çalışmaları yaparak müminleri aydınlatılması, insanların sıkıntılarını, problemlerini görüşüp, gönüllü destek verecek olanları tespit edilmesi, gerekli dayanışma mekanizmalarını oluşturulması gayet mantıklı duruyor.

Salatın ikamesinin kötülükten alıkoymasını şu bağlamda da düşünebiliriz. İnsan bulunduğu sosyokültürel yapıdan etkilenmek zorundadır. Bir toplulukta hırsızlık, cinayet, uyuşturucu, fuhuş gibi aşırılıklar varsa bu sonucu sadece bireye yıkamayız. Başlık sürecinden iyice gözlemlediğimiz bir hakikat var ki insanda değişimin kilit noktası bilişsel gerçekleşir. Sosyal şartlanmayla insanlar pozitif işlere yönlendirilirse, sağlam bir eğitimle çeşitli zararlı bağımlılıklardan ve aşırılıklardan da korunmuş olurlar. Refah yerindeyse hırsızlığa tenezzül azalır, huzur yerindeyse cinayetler azalır, iyi bir eğitim alındıysa cehalet ve sonucunda kötülüğe olan eğilim azalır. Sen bir çocuğu küçük yaşta spora, bilime, sanata vs. yönlendirirsen uyuşturucu batağına yönelme riskini de azaltırsın. Dayanışma içinde ekonomik refah yükselirse temel şartlar karşılandığı için bilim ve sanatta üretken bireyler yetiştirme lüksün olur. İdeal insanı ideal şartlarda yetiştirme imkanın olur. Kuran'ın getirdiği devrimden sonra islam coğrafyasının ilim irfan alanında gösterdiği ilerlemeye baktığımızda bazı ipuçlarını görebiliriz. Cehaletin karanlığındaki bir toplum 8. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasında nasıl oluyor da islamın altın çağını yaşıyor? Sadece buradan bakıldığında bile salatın ikamesinin toplumun kalkınmasını da etkileyen bir olay olduğu aslında bize göz kırpıyor.

Tanrı müşriklerin salatı gösteriş için yaptıkları için eleştiriyordu ve aslında en basit ufak bir yardımı bile esirgediklerinden bahsediyordu. Salatın ikamesi menfaat beklemeden tamamen tanrının rızası için yapılan bir eylem. Özün temiz olduktan sonra sana verilen ilmi, bilgiyi, malı mülkü biriktireyim derdinde olmak yerine bunu cömertçe paylaşma eğiliminde oluyorsun. Betaya göre sen enayi bir dangalak oluyorsun, tanrıya göre ise Fatır 18'e göre anlayan ve anlamayan arasındaki farkı net olarak gösteren bir eylemi uygulamış oluyorsun. Neden ancak salatı ikame eden kişi uyarılabiliyor? Öğretiden de bildiğimiz bir gerçek var ki ancak arınmış yahut arınma yönelimi olan bir insan menfaat beklemeden maddi manevi destek konusunda aksiyon alacaktır. Fatır 18'de vahye muhattap olmadığı halde uyarılara kulak verebilen insanın özelliği bu. Tcma'nın ektiği tohumların omegalarda betalara göre çok daha fazla tutmasıyla benzer işleyen bir sistem.

Ayetlere biraz daha bakalım.

Şura 36'dan 39'a: "Size verilen her şey, geçici dünya hayatının geçimliğidir. İman edip, Rabb'lerine tevekkül edenlere Allah katından verilecek nimetler daha hayırlıdır ve daha kalıcıdır. Onlar, büyük günahlardan ve fahşadan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimselerdir. Rabb'lerinin çağrısına uyarlar ve salatı ikame ederler. Onlar, işlerini birbirlerine danışarak yaparlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Bir haksızlığa, zulme uğradıkları zaman, yardımlaşırlar."

Bir yardımlaşma, paylaşma ve destekleşme konseptinde salatın ikamesinden söz ediliyor.

14:31: "İman eden kullarıma söyle: "İçinde alışverişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, salatı ikame etsinler, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli açık infak etsinler."

Yine verilenlerin paylaşılması yönünde bir öğüt ile salatın ikamesi zikrediliyor.

14:37 "Rabbimiz! Gerçekten ben, neslimden bir kısmını sahipsiz, ekine elverişli olmayan vadiye; Beyt-i Haram'ın yanına yerleştirdim; Rabb'imiz! Salatı ikame etsinler. İnsanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönelt. Ve onları kimi ürünlerle rızıklandır. Umulur ki onlar şükrederler."

Verilen rızıkları neyse onun cinsenden paylaşarak destekleşip şükretmiş olacaklar (şükretmenin yarabbi şükürden ötesi verilenlerin o cinsten geri ödemesinin aksiyon olarak yapıldığı gerçeği var burada da)

O zaman konuyu toparlayayım.

- Kuran'da namaz ritüeli yok. Belirli vakitlerde zorunlu kılınan salat dönemleri var. Elçi bu vakitlerde insanlara vahyi öğretiyordu ve bizim şu anda elimizde bütünüyle tamamlanmış kuran var. Fecr ve akşam salatlarını ikame etmek için kuran'ı daha iyi anlamak adına çalışmak üzerimize yazılmış bir görev.

- Salatı/desteği ayakta tutmak adına aksiyon alacağız. Ne tür bir destek vereceğiz? Ne ile bahşedilmişsek o türden. Mali olarak ferah mısın, o zaman ihtiyacı olanlarla bunu paylaşacaksın. İlim sahibi misin, insanların eğitimi için bu ilmi paylaşacaksın. Herkesin gücü ve sorumlulukları doğrultusunda farklı katkıları olacak. Tcma öğretiyi paylaşarak bize destek oldu çünkü onu keşfedebilecek donanıma sahipti. Hiçbir menfaat beklemeden insanlarla bunu paylaşması ise temiz özlülüğüne dair çok bariz bir delil sundu. Hacı kardeşlikten atıldıktan sonra tcma ile geçirdiği vakitlerin sonucunda öğrendikleriyle bize destek oldu. Kuran araştırmaları grubu getirdiği akıl delilleri ve yaptığı harika keşifler ile bunu yaptı. Tanrı vahyi insanlarla buluşturarak bize salat etti. Elçinin salatı ikamesi nasıl vahyi bildirmesiyse, oradaki müminlerin görevi de bu toplantılara katılıp varlık göstermekti. Bizim salatımız bu noktada anlatılanları anlayabilmek ve hayatımıza uygulayabilmek oldu. Kimimiz bazı konuları diğerinden fazla anladı, omegalar olarak görevimiz soruları olanlara yardımcı olmak, birbirimizi pozitife yönlendirmek. Her tür işi, düşünüşü, eylemi Allah'a bağlı kalarak, menfaat beklemeden toplumun sorunlarına duyarsız kalmayarak, her tür desteği gücümüz yettiğince ayakta tutmakla yükümlüyüz.

Benim araştırmam, vardığım sonuçlar, ve sizlere sunabildiğim bu kadar dostlar. Doğruysam faydalananın, yanlışım varsa da lütfen doğruyu öğretin. Elbette en doğrusunu tanrı bilir. Tanrının barışı, rahmeti, ve esenliği bizimle olsun.