Kurba, Akriba, Erham Kelimelerinin Kur'an'da Kullanımı ve Meveddet Ayeti

"...De ki: 'Ben uyarıcılardan biriyim. Hepsi bu!" -Neml 92

Moderatör: Co-Moderatör

Kullanıcı avatarı
belikebond
1. Nesil
Mesajlar: 201
Kayıt: 18 Haz 2018, 02:17

#1

Okunmamış mesaj

Yazı toplam 3 part. Daha rahat okunabilmesi için 3 ayrı entry şeklinde attım. İlk entry ‘’Kurba’’ ve ‘’Akriba’’ kelimelerinin Kur’an’da kullanılışı, diğer entry meveddet ayeti, son entry de ‘’erham’’ kelimesinin Kur’an’da kullanılışı. Araştırmaya başlarken ''bu akrabalık konusunda kesin bir hükme varacağım, aydınlatacağım'' diyerek yola çıktım. Fakat ben zaman geçtikçe, bazı şeylerin Arapça, Kur'an üzerine analiz gibi konularda daha otorite olan kişiler tarafından denetlenmesine ihtiyaç duydum. Buna da sahip olmadığım için yazıyı ‘’bunlar kesin doğrulardır’’ şeklinde hüküm veren bir tavırla yazmamak daha doğru geldi. ‘’Olabilir, yapabilir, şu anlamı ifade edebilir’’ kelimelerini sürekli kullanışım bu sebepten dolayı. Amacım da konuyu tamamen aydınlatmaktan ziyade, konu hakkında delil olabilecek bazı argümanları yazmaya, düşüncelerimi sunmaya ve konu hakkında fikir verebilmeye evrildi.


KURBA VE AKRİBA KELİMELERİNİN ANALİZİ

Kurba( قُربی )kelimesi kelime kökeni olarak yakın, yakın olma, yakınlık anlamlarına gelir. Kelime ق ر ب‎ kökünden gelir ve Aramice/süryanice' de ''kreb'' yakın olma, ittifak etme, yaklaşma sözcüğüyle eş kökenlidir. Aynı zamanda kurb (قُرب) ''bu'd'' -uzaklık, remoteness, distance- kelimesinin zıttıdır. Benzer kökten gelen sözcüklere örnek olarak ‘’taḳrabâ’’ yaklaşmak anlamına gelir, ‘’müḳarrabîn’’ ,’’Allah’a yakın olanlardan’’ anlamında kullanılır, ‘’kurban’’ sözcüğü de yine yakınlaşmak anlamını da barındırır içinde. Kurba, Kur’an’da genellikle akrabalık/kan bağı olarak çevrilir.

Akriba (أقرباء) kelimesi de ق ر ب‎ kökünden gelir, ''Karib'' –yakın-, sözcüğünün çoğuludur. Kelimenin çevirisi genelde yakınlar, soydaşlar/akrabalar şeklindedir. Akriba kelimesi Kur'an'da وَالْاَقْرَب۪ينَ/akrabiine, وَالْاَقْرَبُونَۖ /akrabuune gibi farklı şekillerde de geçer fakat kelime mana bakımından aynı kelimedir.

Şimdi biz kurba ve akriba kelimelerinin Kur’an içerisinde nasıl kullanıldığına ve nerede hangi anlama geldiğine odaklanacağız. Kelimeler genellikle akrabalık, soydaşlık şeklinde çevriliyor. Ben bu kelimelerin kullanıldığı tüm ayetleri çıkardığımda ortaya bir pattern/şablon çıktığını gördüm ve pattern 1, pattern 2, pattern 3 şeklinde sınıflandırdım.


KURBA’NIN BİRİNCİ KULLANIM ŞEKLİ /PATTERN 1 :

Patterni Oluşturan Durum: Kurba kelimesinin ‘’mesakin’’, ‘’yetama’’, ‘’valideyni’’, ‘’ibn sebil’’ gibi kelimelerle kullanımı.

Burayı ilk önce açıklama sonra ayetler şeklinde veriyorum.

Kurba kelimesi çok sıklıkla ‘’mesakin’’, ‘’yetama’’, ‘’valideyni’’, ‘’ibn sebil’’ kelimeleriyle beraber kullanılıyor ve sayılan kişilere maddi, manevi desteğin ayakta tutulması, toplumun imkana sahip kişilerinden isteniliyor. Bu patterndeki ayetlerin, kurba’ya yardım etmemiz için aramızda sevgi bağının/müttefikliğin, soydaşlığın, dostluğun/arkadaşlığın bulunmasını şart koşmadığını düşünüyorum.

Bu yoruma delil olarak gösterebileceğim şey en başta ayetlerin bağlamı sonrasında da kurba ile beraberinde kullanılan mesakin (miskin/yoksul) yetama (yetim) ibn-sebil (yolda kalmış) gibi kelimeler olur. Kelimeler ve ayetlerin bağlamı toplumun muhtaç kalmış, yardıma muhtaç kesimine işaret eder, o yüzden kurba kelimesini de o bağlamın içerisinde düşünmemiz gerekir.
Aynı zamanda kelimenin kendisi de bir delil oluşturabilir. Kurba kelimesinin anlamı, kan bağından ibaret değil ve ayetlerin bağlamı da kan bağına indirgemek için bir neden sunmuyor. O yüzden kelimeyi kan bağına/soydaşlığa indirgemek ayetteki verilmek istenen mesajı daraltmak anlamına gelebilir.

Eğer senin hayatında yardıma muhtaç soydaşın varsa o ayetlerdeki kurba senin için soydaştır. Fakat ayetteki kurba’yı soydaşlığa indirgersek soydaşın yardıma ihtiyacı olmadığı halde kurba kelimesine bakarak yardım etmeye çalışmamız gerekir. Bu da ayetin özünden sapmaktır çünkü bağlam gerçekten toplumun muhtaç kesimine odaklanır, onları vurgular sana. Aynı şekilde sevgi bağını, şart olarak koştuğunu yine zannetmiyorum. Buradaki kurba yakınında bulunan, senin elinin değebileceği, yardım edebileceğin muhtaç insanlarsa eğer, bu senin ailenden de olabilir, iş yerinden de, komşundan da. O yüzden bu patternde, kurba kelimesiyle yakınımızda bulunan, elimizin uzanabileceği muhtaç insanların kastedildiği görüşüne daha yakınım.

Bu yorum tamamen benim ürettiğim bir yorum değil. Örneğin İhsan Eliaçık’ın konu hakkındaki bir yazısı :
‘’Mesela “Zi’l-gurba” tabiri var. Genellikle şöyle geçer: “Öksüze (yetim), yoksula (miskin), yakınlara (zi’l-gurba), yolda kalmışa (ibnu’s-sebil), boyunduruk altındakilere (rigâb), borçlulara (ğarâim) verin…” Bu sıralanış pek değişmez. Dikkat edilirse burada ‘yakınlar” diye çevirilen “zi’l-gurba” hariç diğerleri hep bir mahrumiyeti ve mağduriyeti ifade eder. Ama “yakınlar” tabiri kişinin soy/nesep bakımından ilişkisini ifade ediyor ki sıralanıştaki mantığa uymuyor. Şu halde “zi’l-gurba” yetim, yoksul, köle, borçlu cinsinden bir şey olmalı ki veriş mantığına uysun. Yani bir mahrumiyet, mağduriyet, yoksunluk ve yoksulluk durumu ortadan kalksın…’’

Pattern 1 Ayetler:

2:83 ‘’Hani! Bir zaman İsrailoğulları'ndan, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; anaya, babaya (valideyni), yakınlara (veżi-lkurbâ), yetimlere (yetâmâ), yoksullara (mesâkîni) iyilik yapın (ihsanen); insanlara iyi söz söyleyin, “salatı ikame edin, zekâtı verin”, diye kesin söz almıştık. Sonra, içinizden pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Ve sizler, döneklik yapanlarsınız.’’

2:177 ‘’Yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz hayır değildir. Ama hayır: Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, kitaplara ve nebilere iman etmek; malını sevdiği halde onu yakınlarına (żevi-lkurbâ), yetimlere (yetama), yoksullara (mesakin), yol oğluna (vebne-ssebîli), yardım isteyenlere (ssâ-ilîne), kölelere (vefî-rrikâbi) vermek; “salâtı ikame etmek, zekât vermek”, söz verdiği zaman sözünü yerine getirmek, sıkıntıda, zorlukta ve felakete uğrama durumunda sabretmektir. İşte bunlar, sadık olanlardır. Ve işte bunlar, takva sahibi olanlardır.’’

*Tamlamaya bu sefer köleler ve yardım isteyenler de eklendi. Tanrı bu bağlam içerisinde toplumun alt kesiminde kalan muhtaçlardan bahsediyor orası kesin fakat bazen kelimeleri daha detaylandırıyor bazen de ,diğer ayetlerde göreceksiniz, diğer tüm kelimeleri temsili olarak kurbayı koyup geçiyor. Neden? Benim yorumum şu şekilde : Şu denilmez, ‘’benim yan komşum engelli ama bu ayetlerde engelli kelimesi geçmemiş, ona da yardım etmemiz gerekmiyor mu’’. Çünkü apaçık ki o şekilde her kelime söylenilmeye kalkılsa bu zaman da diyeceksin ki ‘’ben hangi birine koşacağım’’ ve iş iyice buzağı olayına dönecek. O yüzden tanrı bazı spesifik kelimeleri tekrarlamış, bazen kelime eklemiş bazen çıkarmış fakat verilmek istenen mesajı aynı tutmuş ki biz buzağının rengini boş verelim, verilmek istenen mesaja odaklanalım. Ki o mesaj da toplumun muhtaç kesimine karşı salatı ikame etmek ve gereken sorumluluğu almaktır.

*Erhan Aktaş: “İbnu's-sebili,” “yol oğlu” demektir. Bu bir deyimdir. Bu deyime, “yolda kalanlar” olarak anlam verilmesi doğru değildir. Zira sebil, üzerinde yürünen/gidilen “yol” demek değildir. Sebil, “iki şey, iki yol arasından birini seçmek anlamında “tercih edilen yol” demektir. Yani, Hakk veya Batıl yoldan “birinin tercih edilmesi” anlamına gelmektedir. Bu nedenle doğru anlam, “yolda kalanlar” değil, bütün zamanını “Allah yolunda” çalışmaya ayırmış ve bundan dolayı yardıma muhtaç olmuş olanlar anlamıdır. Diğer bir anlam da yaptığı şey imkânsızlık nedeni ile yarım kalan kimselerdir.’’ Açıklamayı gördüm fakat derinlemesine araştırmadım, fikir olsun diye attım. O yüzden geri kalan ayetlerde klasik çevirileri koymaya devam edeceğim.

4:36 ‘’İbadet edin Allah'a ve ona hiçbir şeyi eş etmeyin. Anaya, babaya(valideyni), yakınlara(biżî-lkurbâ), yetimlere(yetama), yoksullara(mesakini), yakın komşulara(velcâriżî-lkurbâ), uzak komşulara, yolda kalmışlara(sebil) ve sahibi olduğunuz köle ve cariyelere iyilik edin, çünkü Allah, kendini beğenip övenleri sevmez.’’

8:41 ‘’Ve iyice bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeyin mutlaka beşte biri Allah'ın ve Peygamberin ve yakınların (veliżî-lkurbâ) ve yetimlerin(yetâmâ) ve yoksulların(mesâkîni) ve yolda kalmışlarındır( vebni-ssebîli). Allah'a inanmışsanız ve hak ile batılın ayrıldığı, yani iki ordunun birbiriyle buluştuğu gün kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz ve Allah'ın her şeye gücü yeter.’’

*Bazıları burada kurba’ya ehli beyt demiş fakat kurba kelimesi hiçbir zaman mesakin, yetama gibi kelimelerle kullanıldığında, elçinin ehli beyt’i bağlamın içerisinde değildi. Ayrıca ehli beyt tamlaması Kur’an da Ahzab 33 de bir kez geçer ve ehli beyt diye açıkça söylenir. Onun dışında da ehli beyt tamlaması kullanılmaz. Şimdi bu ayette spesifik olarak sadece ehli beyt kastedilecek olsaydı,ehli beyt tamlaması kullanılmaz mıydı? Ayrıca yine Erhan Aktaş'ın bu ayetteki kurba kelimesine açıklaması : ‘’ Yakınlar; Allah Resul'ünün, Ehl-i Beyt'i ve akrabaları değil, İslam davasına sahip çıkıp yardım ettiği, bunun için yurdundan, evinden olduğu halde, savaşa katılma imkânı bulamayan ihtiyaç sahipleridir.’’

16:90 ‘’Şüphe yok ki Allah, adaleti, lütuf ve keremde bulunmayı (vel-ihsâni) ve yakınlara ( żî-lkurbâ) ihtiyaçları olan şeyleri vermeyi emreder ve çirkin olan, kötü görünen şeylerle haksızlığı nehyeder; öğüt alasınız diye de size öğüt vermektedir.’’

*Burada kurba bir nevi diğer tüm kelimeleri tek başına temsil ediyor. Kurba’nın spesifik bir kelimeye indirgenmesinin yanlış olduğuna, kurba’nın daha geniş bir çerçeve için kullanılabileceğine delil olabilir.

17:26 ‘’Yakınlık sahibine (żâ-lkurbâ), yoksullara (velmiskîne) ve yolda kalmışa (sebil) hakkını ver! Savurganlık yaparak saçıp savurma.’’

30:38 ‘’Artık yakınlara ( żâ-lkurbâ) , yoksula (velmiskîne) ve yolda kalana(vebne-ssebîl) hakkını ver, Allah'ın rızasını dileyenlere bu, daha hayırlıdır ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir.’’

24:22 ‘’Sizden fazilet ve varlık sahibi olanlar, yakınlarına (ulî-lkurbâ), yoksullara (mesâkîne), Allah yolunda hicret edenlere yardım etmeme konusunda yemin etmesinler. Ve artık bağışlayıp hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasından mutlu olmaz mısınız? Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.’’

59:7 ‘’Allah'ın, fethedilen köylerin mallarından Peygamberine verdiği ganimetler artık Allah'ındır ve Peygamberin ve yakınların ( liżî-lkurbâ) ve yetimlerin (yetâmâ) ve yoksulların (mesâkîni) ve yolda kalmışların (vebni-ssebîli) ; bu da, o malın, sizin içinizdeki zenginlerin ellerinde devreden bir mal, bir sermaye olmaması içindir ve Peygamber, size ne verirse alın onu ve neden vazgeçmenizi emrederse vazgeçin ondan ve çekinin Allah'tan; şüphe yok ki Allah'ın azabı çetindir.’’

* Ayetin şu cümlesi ''bu da, o malın, sizin içinizdeki zenginlerin ellerinde devreden bir mal, bir sermaye olmaması içindir'' bir nevi yukarıdaki geri kalan ayetlerin de ne amaçla indirildiğinin bir açısını açıklar nitelikte.
2:215 ‘’Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Hayır olarak infak edeceğiniz şey; anne-babaya (valideyni) , yakınlara (akrabîne) , yetimlere (yetâmâ) , yoksullara (mesakini) ve yolda kalmışlaradır ( vebni-ssebîl). Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.”

* Ayette kurba yerine akrabine kelimesi kullanılmış fakat bağlama bakarsak, beraber kullanıldığı kelimelere bakarsak, yine kurba ile aynı anlamı ifade ettiğini görürüz.

NİSA 7 ve 8 AÇIKLAMASI

Nisa 7 ve 8 ‘e ayrı parantez açıyorum:

4:7 ‘’Erkekler için pay var anayla babanın ve yakınların (akrabûne) bıraktıkları malda, kadın için de pay var anayla babanın ve yakınların bıraktıklarında. Bu ödenmesi farz kılınmış bir paydır.''

2:180: ''Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara (akrabîne), uygun bir tarzda vasiyet etmesi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı.''

Değinmek istediğim nokta şu: şimdi yukarıdaki ayetlerle akrabune/akrabine mirastan pay alma konusunda yasal bir hakka sahip oluyor. Bunu ayetlerin son cümlesinden ''ödenmesi farz kılınmış bir paydır'' ve '' Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı.'' sözlerinden anlarız.

4:8 ‘’Miras taksim edilirken yakınlar(ulu-lkurba), yetimler (yetama), yoksullar (mesakin) bulunursa o maldan onları da rızıklandırın ve kendilerine güzel sözler söyleyin.’’

Nisa 8’ de ise miras taksim edilirken ‘’ulû-lkurbâ’’ da orada olursa onlara da verin, güzel söz söyleyin, görmezden gelmeyin deniliyor fakat ‘’ulû-lkurbâ’’ ya herhangi yasal/resmi bir hak tanınmıyor çünkü ''hak kılındı'', ''farz kılındı '' gibi bağlayıcı bir emir yok.

Şimdi buradan yola çıkarak 4:8’deki kurba ve 4:7’ deki akrabune/akrabine kelimelerine aynı çeviriyi yapamayacağımızı düşünüyorum. Birinci sebebi akrabune’den bahsedilirken -4:7, 2:180- yasal hak tanındı fakat bu kurba -4:8- için geçerli değil. Orada bulunurlarsa verin deniliyor, belli bir durum altında nüans belirtilmiş, yasal hak verme yok. Demek ki kurba ve akrabune aynı şeyler değiller. İkinci sebebi Tanrı iki farklı kelimeyi boş yere mi kullandı? Art arda gelen ayetlerde aynı şeyi kastetmek isteseydi mantıken aynı kelimeyle devam etmez miydi?

4:8’deki kurba nedir sorusunu cevaplarsak, 4:8 pattern 1’ e uyuyor, mesakin, yetama ve kurba beraber kullanılmış. Buradan yola çıkarak 4:8’ deki kurba, pattern 1’ de ne anlam ifade ettiyse o anlamı ifade etmiştir diyebiliriz.

4:7 için ise kurba yerine akrabune kelimesi seçilmiş. Ve akrabûne’nin bıraktığından erkeğe ve kadına pay vardır denilmiş. Ben buradaki akrabûne’nin kan bağı/soydaşlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü ayet bir miras ayeti ve yasal/resmi bir hak tanıma deklarasyonu var ayetin içerisinde. Bir sonraki ayette kurba kelimesinin seçilerek farklılığa gidilmesi akrabûne’nin farklı bir yere işaret ettiğini gösteriyor. ‘’Neye işaret edebilir’’diye sorduğunda en mantıklı cevap kan bağı gibi gözüküyor. Örneğin kan bağı yerine yakınlar dersek, miras taksimi esnasında kaos ortamı oluşabilir. Çünkü kimin yakın olup kimin olmadığını gerçekten kim denetleyebilecek? Yakınlar kavramı göreceli bir kavram. ''Bende rahmetlinin yakınıydım bana da pay vardır'' diyerek taksim esnasında bu ayeti göstererek hak ilan edebilir alakasız birisi. Bu sebeplerden dolayı ben 7. ayetin spesifik bir şekilde kan bağına işaret ettiğine çok daha yakınım.


KURBA’NIN İKİNCİ KULLANIM ŞEKLİ/PATTERN 2

Patterni Oluşturan Durum: velev kâne żâ kurbâ kalıbının tekrar etmesi

Pattern 2 Ayetler :

5:106 ‘’Ey iman edenler! Eğer birinizde ölüm belirtileri ortaya çıkarsa, vasiyet anında içinizden adalet sahibi iki kişi aranızda tanıklık etsin. Veya yeryüzünde yolculuk ederken ölüm size isabet ederse, sizden olmayan iki kişi tanıklık etsin. Eğer şüpheye düşerseniz o iki kişiyi salâttan sonra alıkoyun. “Yakınımız da olsa/velev kâne żâ kurbâ tanıklığımızı hiçbir bedele satmadık ve Allah'ın tanıklığını gizlemedik. Yoksa öyle yaparsak, kuşkusuz günahkârlardan oluruz.” diye Allah'a yemin etsinler.’’

6:152 ‘’Olgunluk çağına erişinceye kadar, iyiliği için olmadıkça yetimin malına dokunmayın. Ölçü ve tartıyı hakkaniyetle yapın. Biz, gücünün yettiğinden fazlasını kişiye teklif etmeyiz. Yakınınız da olsa/velev kâne żâ kurbâ konuştuğunuz zaman adaleti gözetin. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. O, size bunları böylece öğütte bulundu, umulur ki öğüt alırsınız.’’

9:113 ‘’Nebi ve mü'minlere; Cehennemlik oldukları açıkça belli olduktan sonra, yakınları da olsa/velev kâne żâ kurbâ, müşriklere bağışlanma dilemeleri yaraşmaz.’’

35:18 ‘’Yük taşıyan birisi, bir başkasının yükünü taşımaz. Yükü ağır olan kimse, bir başkasını yardıma çağırsa, çağırdığı yakını da olsa/velev kâne żâ kurbâ ona yardım etmez. Sen, ancak görmedikleri halde Rabb'ine içtenlikle saygı duyan ve salatı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa kendisi için arınmış olur. Dönüş Allah'adır.’’

4:135 ‘’Ey iman edenler! Kendinizin, anne ve babanızın ve yakınlarınızın/akrabîn aleyhine bile olsa; tanıklık ettiğiniz kimseler, zengin de olsa, fakir de olsa, Allah için hakkaniyetli tanıklar olarak adaleti gerçek anlamıyla yerine getirin. Allah, onlara sizden daha yakındır. Haddi aşarak, tutkunuza tabi olmayın. Eğer gerçeği çarpıtıp, yüz çevirirseniz, Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’’

Pattern 2 Düşüncelerim:

Pattern 2’ de bazı yeminler var ve velev kâne żâ kurbâ/Yakınımız dahi olsa kalıbı bir deyim gibi kullanılmakta. Bu patterndeki ayetlerin bize empoze etmek istediği düşünce yapısı, bir açıdan şudur: Menfaatlerinizin, duygularınızın aksine de olsa doğru olanı yapın. Hatta yapacağınız iş kurba’nın/yakınınızın/soydaşınızın/dostunuzun/sevdiğiniz ve iyi ilişkilere sahip olduğunuz kişinin aleyhine de olsa yine de doğrudan vazgeçmeyin, bu uğurda duygularınızı ve kişisel menfaatlerinizi itaate alın.

Ayetlerin bağlamı/mesajı kişinin kendi menfaatleri ve kendi kişisel duyguları aleyhine de olsa doğru olanı yapması gerektiğini vurgulamakta. Bu bağlam içerisinde benim düşündüğüm, bana daha yakın gelen mana şu şekilde: Ben ayetlerin hiçbirisinde kurba kelimesini, kan bağı anlamına veya sevgi bağı anlamına indirgemek için bir spesifik neden, ipucu göremiyorum. O nedenle kurba, burada senin için sevdiğin saydığın, yakın ilişkilerde bulunduğun kişidir. Odaklanılması gereken daha çok verilmek istenen mesajdır. Sen eğer ki bu hayatta, sevdiğin ve uğruna yanlış bir karar alabileceğin biri olarak anne-babanı görüyorsan kurba’yı anne-baba diye anla. Eğer ki ittifak kurduğun kişiyse, kurba’yı sevgi bağı kurduğum kişi diye anla, soydaşsa soydaş diye anla. Kısacası önemli olan mesaj. Yani bu ayetler için ‘’hayır burayı kan bağı diye anlayacaksın, hayır komşu diye anlayacaksın’’ diye bir kelimeyi şart koşmaktansa mesaja odaklanılmalı diye düşünüyorum.

(Bir tek 4:135’de kurba yerine ‘’akrabin’’ kelimesi tercih edilmiş. Vurgu da ise değişiklik yok. Aynı zamanda ‘’anne-baba, zengin-fakir de olsa’’ şeklinde birkaç kelime daha eklenerek verilmek istenen mesaj vurgulanmış. Bu da bir nevi kelimeye değil mesajın önemli olduğuna bir örnek olabilir.)

(35:18 biraz bu anlamın dışına çıkıyor. Orada da yine ‘’velev kane za kurba’’ kalıbı geçiyor. Fakat verilmek istenen mesaj ‘’doğru olanı yapmak’’dan ziyade kişinin kendi yükünü sadece kendi yükleneceği yönünde. Argümanım bu ayet için de geçerli.)


AKRİBA KELİMESİNİN KULLANIMI/PATTERN 3

Patterni oluşturan durum, akriba kelimesinin miras ayetleriyle kullanılması.

2:180 ‘’Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, ana babaya, yakınlara/akrabîne, uygun bir tarzda vasiyet etmesi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir borç olarak size farz kılındı.’’

4:7 ‘’Erkekler için pay var anayla babanın ve yakınların/akrabûne bıraktıkları malda, kadın için de pay var anayla babanın ve yakınların bıraktıklarında. Bu ödenmesi farz kılınmış bir paydır.’’

4:33 ‘’Anne, baba ve yakınların/akrabûn bıraktıkları her şey için bir mirasçı tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir.’’

Bu üç ayette kan bağına işaret edildiğine yakınım. Sebeplerini ''Nisa 7,8 Açıklaması'' kısmında yazdım.

Ayrıca miras ayetlerinde akriba kelimesine bağlı kalındığının altını çiziyorum. Akriba kelimesinin spesifik bir yere işaret ettiğine delil olabilir.


PATTERN DIŞI AYET

26:214 ‘’Veenżir ‘aşîrateke-l-akrabîn/Sen kavminden en yakınlarını uyar.’’

''Aşiret (Arapça: عشیرة), dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, birçok sülaleden oluşan, yapısındaki aileler arasında köken, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, oymaktır.'' .

Anladığım şey elçinin güvendiği, kendisine yakın olan insanlardan başlayarak –aile,sevgi bağı olan insanlar, soydaşlar- uyarmaya başlaması.
Kullanıcı avatarı
belikebond
1. Nesil
Mesajlar: 201
Kayıt: 18 Haz 2018, 02:17

#2

Okunmamış mesaj

MEVEDDET AYETİ/42:23

42:23 ‘’İşte bu, Allah'ın, iman edip salihâtı yapan kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben bu çağrıya karşılık yakınlıkta sevgiden/meveddete fî-lkurbâ başka sizden bir ücret istemiyorum.’’ Her kim bir iyilik yaparsa, onun için iyilikleri artırırız. Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Çok Şükreden'dir.’’

Meveddet Kelimesi: Meveddet و د د kökünden gelip sevdiğinden vazgeçmemek, yüz çevirmemek, alâkayı hiç kesmemek , sevgi, muhabbet, dostluk,love, affection, harmony, compassion, sympathy, gibi anlamlara sahip. Aynı zamanda karşılığını bulmuş sevgi için de meveddet kullanılmakta. Aynı kökten gelen ‘’yeveddū’’ kelimesinin ise istek,arzu gibi anlamları var.

Ayeti incelemem şu şekilde olacak, ayete verilen farklı anlamların/çevirilerin üstünde duracağım ve bana yakın gelen çeviriler, neden yakın geldikleri, bana uzak gelen çeviriler, neden uzak geldikleri şeklinde açıklamaya çalışacağım.

1- EHLİ BEYTE SEVGİ

42:23 ‘’İşte Allah'ın, îmân edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği budur! De ki: “(Ben) sizden buna (size olan teblîğ vazîfeme) karşı, akrabâlıkta (ehl-i beytime) muhabbetten başka bir ecir istemiyorum!” Kim bir iyilik yaparsa, kendisine onda bir iyilik artırırız. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır, iyiliklere çok mükâfât verendir.’’

Ayetteki ‘’meveddete fi kurba’’ kısmını, ‘’elçinin ehli beytine sevgi’’ şeklinde tefsir etmek, en yaygın verilen anlamlardan birisi. Ben katılmıyorum, sebeplerim:

*Muhammed Esed tefsirinden alıntı : ‘’Lafzen, “yakın olanları (kurbâ) sevmekten”. Bazı müfessirler bunu “bana yakın olanlar,” yani Muhammed (s)’in akrabaları şeklinde anlarlar; oysa böyle “kişisel” bir talebin, “sizden hiçbir şey istemiyorum” şeklindeki önceki beyan ile çeliştiği açıktır''

* Yine Muhammed Esed tefsirinden : ‘’Ayrıca, kurbâ terimi ile ilgili olarak hiçbir mülkiyet zamirinin bilerek kullanılmaması bunun herhangi bir kişisel ilişki ile sınırlı olmadığını, tersine bütün insanlık için geçerli olan ortak bir ilişkiye işaret ettiğini göstermektedir. yani, kardeşlik/dostluk ilişkisine -bir başkasının maddî ve manevî iyiliğini düşünmeyi öngören temel ahlakî varsayıma işaret eden bir ilişki.’’

*Ehli beyt kelimesi ayette yok. Kur’an’da ehli beyt kelimesinin geçtiği tek yer Ahzab 33. Eğer ki spesifik bir şekilde ehli beyte hitap ediliyor olsaydı, Ahzab 33 de olduğu gibi ehli beyt kelimesi kullanılmaz mıydı? Onun yerine ise sahiplik eki dahi olmayan kurba kelimesi kullanılıyor.

*Ücret istemiyorum denildikten sonra ‘’illa/dışında’’ kelimesi gelerek bir şey istenilmesi, istenilen şeyin Kur’an’ın ana mesajlarından, ciddi önemi olan bir olayın istenileceğini gösterir. Ben elçinin, ehli beytine sevgi çağrısı yapmasını uygun göremiyorum bu bağlamda. Eğer ki ehli beytin sevilmesi çok önde gelen bir olay olsaydı Kur’an’da, salat gibi, birden fazla yerde sürekli bahsedilmez miydi?

*Eğer ki kurbaya ehli beyt dersek, elçinin aile üyelerine koşulsuz bir sevgi istendiğini söylemiş oluruz. Çünkü ayetteki tavır bir rica değildir, çok önemli bir şekilde vurgu yapılarak emredilmiş bir emirdir. Fakat Kur’an’ın ilk karşı çıktığı şeylerden birisi sorgulamadan, aklı kullanmadan itaat/sevgi değil miydi? Hatta elçinin eşi, oğlu olduğu halde sapan insanlar yok muydu? Şimdi nasıl oluyor da Kur’an’ın ana mesajlarından birine ters düşen bir şeyi elçi müminlerden istiyor?

* Şuan dahi ‘’ben seyid’im’’ deyip böbürlenerek gezen insanlar olmasına rağmen o dönem böyle bir söz elçinin soyundan gelen insanların üzerinde nasıl bir etki bırakabilirdi? Böyle koşulsuz şartsız bir sevgi istenmesi, elçiden sonra gelecek soydaşlarına karşı bir yük ve büyüklük kuruntusu için de iblise davetiye çıkarmak değil midir? Aynı zamanda soydaşlarına karşı denetleme görevi göstermesi gereken insanlar üzerinde de bir yük değil midir? Tanrı elçiden böyle bir şeyi yapmasını ister miydi?

* Meveddete karşılığını bulmuş sevgi/ karşılıklı sevgi demek. Tek taraflı sevgi ise ‘’hub’’ kelimesi ile ifade edilmekte daha çok. Bu da sadece müminlerin ehli beyte sevgi duymasından ziyade karşılıklı bir işin istendiğine dair delil oluşturabilir.

*Kur’anın evrensel bir kitap olması, meveddete fi kurba tamlamasının ,ehli beyte sevgiden daha genel ve her toplum için pratik değeri olan bir şey olduğuna delil olabilir.

*Sevilmesi istenilen kişilerin ayetin indiği dönem hayatta dahi olmadığını söyleyenler var fakat biraz rivayete dayandığı için çok detayına girmedim. O yüzden bu konuda no comment.

*’’Said-ib-i Cübeyr, İbn-i Abbas'tan, bu âyet inince, sevmemiz emredilen kimlerdir diye sorduklarını, Hz. Peygamberin de Ali, Fâtıma ve onların evlâdı diye cevap verdiğini rivâyet etmiştir. Bu son anlayışı belirten daha birçok hadisler vardır (Mecma, 2, 388-389).’’ Hadislerden/rivayetlerden hüküm verilmez. Geçersizdir.

2- ‘‘ALLAH’A YAKLAŞMA KONUSUNDA SEVGİ VE ÇABA’’, ‘’ALLAH’A YAKLAŞTIRAN SEVGİ’’, ‘‘ALLAH’A YAKIN OLMAYI SEVİN’’

42:23 ‘’İşte Allah’ın, iman edip iyi işler yapan kullarına müjdelediği ödül budur. De ki: “Ben buna karşılık (Allah’a) yakın olmayı sevmenizden başka sizden herhangi bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir davranışta bulunursa onun (sevabını) güzelce artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, şükrün karşılığını çok verendir.’’

Meveddete fi kurba tamlamasına, ‘’Allah’a Yaklaştıran sevgi, Allah’a yakın olmayı sevin, çaba harcayın şeklinde mana verenler de bulunmakta. Benim içime pek sinmiyor çünkü:

*Kurba kelimesi hiçbir zaman Allah’a yakınlaşma bağlamı veya ‘’ Allaha yakınlaştıran sevgi’’ gibi bir sıfat tamlaması içerisinde kullanılmadı.

*Kurba kelimesi hiçbir zaman Allah’a yaklaştıran işler/Allaha yakınlaşma vesilesi gibi bir bağlamın içerisinde de kullanılmadı.

*Ayetin içerisinde de ‘’Allah’’ kelimesi geçmiyor, mana olarak ekleniyor çeviri yapılırken.

*9:99 ‘’Çöl Araplarından bazıları da Allah'a ve âhiret gününe inanır, harcadığını Allah yanında yakınlıklara ve resulün dualarına vesîle edinir. Dikkat edin! O harcadıkları gerçekten kendileri için bir yakınlık vesîlesidir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.’’ Ayetteki ‘’yakınlaşma vesilesi’’ ve ‘’Allaha yakınlık’’ için kullanılan kelime ‘’kurubet’’, kurba değil. Allaha yakınlaşma vesilesi gibi bir anlam veya Allaha yakınlık anlamları vurgulanmak istenseydi yine kurubet kelimesi ile bir cümle kurulmaz mıydı?

*Meveddete kelimesi kullanıldığı tüm ayetlerde ittifakı, sosyal bağları, dostluğu, sevgiyi vurgulayan bir şekilde kullanıldı. Hiçbir zaman Allah’a yakınlaştıran sevgi/Allah’a yaklaşmayı sevin şeklinde kullanılmadı. Meveddete’nin Geçtiği Ayetler: 5:82, 30:21, 60:7, 60:1, 29:25, 4:73. Altıncı kısımda bu ayetleri çevirileriyle beraber attım. Oradan da okuyabilirsiniz.

*Ayete ‘’Allaha yaklaşmaya arzu duyun’’ şeklinde bir mana verirsek de yine meveddete ve kurba kelimelerini hiçe sayıyor olabiliriz. Arapçam yok ve çok kesin konuşmak istemiyorum fakat istek/arzu şeklinde kullanılan kelime mevedde değil yeveddu kelimesi diye biliyorum. Aynı zamanda mevedde bir isim, fiil değil. Yeveddu ise fiildir. Ayetteki ‘’meveddete fi kurba’’ tamlaması içerisinde ‘’Allah’a yaklaşın veya ‘’Allah’a yaklaşmaya arzu duyun’’ ve türevleri gibi anlam verecek bir fiil yok demek anlamına gelmez mi bu? Çünkü meveddete bir isimdir ve kurba kelimesi de fiil olarak kullanılmaz, yine o da isimdir.

(yeveddu kelimesinin geçtiği bazı ayetler: 2:96, 2:105, 2:109, 3:30, 3:69)


* Furkan 57 ‘’ Söyle onlara: Ben bu hizmetime karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben ancak dileyen kişinin, Rabbine doğru yol tutmasını istiyorum.’’

42:23’ ü yani mevedde ayetini ‘’Allah’a yakınlık istiyorum’’, ‘’Allah yolunda çaba ve sevgi istiyorum’’, ‘’Allah’a yaklaşmanızı istiyorum’’ şeklinde çevirirsek, ayete, hali hazırda Furkan 57’nin zaten verdiği anlamı yüklemiş oluruz. Bana aynı manayı vermek yanlış geliyor, sebeplerim:

Birincisi ‘’sizden ücret istemiyorum illa/ancak …. istiyorum’’ kalıbı olan 2 tane ayet var. Birisi 42:23 incelediğimiz Meveddete ayeti, diğeri ise bu ayet, Furkan 57.

Furkan 57 ‘’illa’’ kelimesinden sonra ‘’men şâe en yetteḣiże ilâ rabbihi sebîlâ/ dileyen kişinin, Rabbine doğru yol tutmasını istiyorum.’’ geliyor.

42:23’ de ise ‘’illa’’ kelimesinden sonra ‘’meveddete fî-lkurba’’ kalıbı geliyor. Ve biz 42:23’ e de ‘’Allah’a yaklaşma konusunda sevgi ve çaba’’, ‘’Allah’a yaklaştıran sevgi’’, ‘’Allah’a yakın olmayı sevin’’ diye çevirerek resmen iki ayeti aynı kefeye koyuyoruz. Aynı kalıptan sonra gelen iki farklı cümle var, farklı yerlere vurgu yapılmış olması daha muhtemel değil midir oysa?

*Diğer bir şey ise ‘’sizden bir şey istemiyorum’’dan sonra aynı yere vurgu yapılmış olan iki ayet var. Ve ikisinde de aynı kalıp cümle kullanılıyor.

Yusuf 104 ‘’Oysa ki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun, bu, ancak alemlere bir öğüt/ in huve illâ żikrun lil’âlemîn.’’

Enam 90 ‘’Onlar, Allah'ın doğru yola sevkettiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy. De ki: Ben, yaptığıma karşılık sizden bir ücret istemiyorum, bu, ancak alemlere bir öğüt/in huve illâ żikrun lil’âlemîn.’’

Eğer ki 47:22 ve Furkan 57’de de aynı mesaj vurgulanmak istenseydi, yukarıda olduğu gibi ‘’bir şey istemiyorum’’dan sonra gelen kalıp, iki ayet için de aynı olmaz mıydı?

*’’Sizden hiçbir ücret istemiyorum’’ kalıbı olan ayetleri alt alta sıralarsak, kalıptan sonra gelen cümle farklı ise ayette de hep farklı bir vurgunun yapıldığını görürüz. Furkan 57 ve 42:23’de de kalıptan sonra gelen cümle birbirinden farklı ve bu, iki ayette farklı yerlere vurgu yapıldığına delil oluşturabilir. Ayetler:

-Yıldızları vurgunun değiştiği yerler için koydum.-

Furkan 57 ‘’Söyle onlara: Ben bu hizmetime karşı sizden bir ücret istemiyorum. **Ben ancak dileyen kişinin, Rabbine doğru yol tutmasını istiyorum.’’

Enam 90 ‘’Onlar, Allah'ın doğru yola sevkettiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy. De ki: Ben, yaptığıma karşılık sizden bir ücret istemiyorum, **bu, ancak alemlere bir öğüt.’’

Sebe 47 ‘’De ki: "Ben sizden herhangi bir ücret istemedim; o sizin olsun. **Benim ödülüm yalnız Allah'tandır. **Ve O, her şey üzerinde bir Şehîd, gerçek bir tanık..."

Hud 51"Ey toplumum! Bu tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. **Benim ücretim, beni yaratandan başkasına düşmez. **Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?"

Sad 86 ‘’De ki ey peygamber: “Bu mesajı tebliğime karşılık, sizden bir ücret istemiyorum **ve ben yapmacık uydurmalarla, peygamberlik taslayanlardan veya kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden de değilim.”

Ve

42:23 ‘’İşte bu, Allah'ın, iman edip salihâtı yapan kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben bu çağrıya karşılık **yakınlıkta sevgiden/meveddete fî-lkurbâ başka sizden bir ücret istemiyorum.’’ Her kim bir iyilik yaparsa, onun için iyilikleri artırırız. Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Çok Şükreden'dir.’’

Sonuç olarak belirtmek istediğim, yukarıda yazdıklarım ‘’meveddete fi kurba’’ tamlamasına ‘’Allah’a yakınlık’’ çevirisi yapılmasının yanlış olduğuna delil oluşturabilir.


3- MÜŞRİKLERE HİTABEN, ‘’AKRABALIK BAĞIMIZA BİNAEN BANA ENGEL OLMAYIN’’ DENİLMİŞTİR.

Mana olarak bir yorum da elçinin kendi kan bağını öne sürerek, müşriklere ‘’akrabalığımızdan dolayı bana engel olmayın’’ demesidir.

Aynı zamanda yine, elçinin kendi kan bağını öne sürerek ‘’Akrabanız olarak beni sevip desteklemenizi istiyorum’’ manası da verilir.

* Şura 15 ‘’İşte bunun için, artık sen onlara çağrıda bulun. Buyrulduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma. Onlara de ki: “Allah'ın Kitap'tan indirdiği şeye inandım. Ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem buyruldu. Allah, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir. Öyleyse aramızda çekişmeye gerek yoktur. Nasıl olsa Allah aramızı bulacak. Dönüş yalnızca O'nadır.’’

Şura 6 ‘’Allah'ı bırakıp da O'ndan başka dostlar ve ilahlar kabul edenlerin yaptıklarını, Allah görür ve gözetir. Ama onların yaptıklarını görüp, gözetecek, savunacak sen değilsin.’’

Şura 8 ‘’ Ve Allah isteseydi elbette onları bir ümmet olarak halkederdi ve fakat dilediğini rahmetine ithal eder ve zalimlere gelince: Onlara ne bir dost vardır, ne bir yardımcı.’’

Yukarıdaki ayetler meveddet ayetiyle aynı sure olan Şura suresinden. O zaman şunu diyebiliriz, surenin 23. ayetten önceki kısmında müşriklere karşı taviz vermeyen ve yüz çeviren bir tavır varken, 23. ayette birden bire yumuşanıp ''ey müşrikler akrabalık bağımıza binaen bana engel olmayın denmesi'' surenin bütünlüğüyle ve vermeye çalıştığı mesaj ile çelişir. Aynı şekilde hitabın müşriklere yapıldığı yorumunu da zayıflatır.

*Sadece Şura suresinde değil, Kur’an’ın genelinde bir rest vardır müşriklere karşı. Elçinin müşriklerden bir ricada bulunması, bir nevi ‘’favor’’ istemesi ,Hud suresindeki Elçi Nuh’un, Enam suresindeki Elçi İbrahim’in tavrı ile çelişir. Müşriklerden ricada bulunmak, favor istemek elçilerin yapageldiği bir şey değildir, Kur’an’ın bütününde müşriklere karşı olan tavra bakarsak tavsiye edilen de değildir. Genelde tavır şu ayetlerdeki gibidir :

Hud 55: ''Allah dışındaki tanrılarınızdan uzağım. Hadi, hep birlikte bana tuzak kurun, bana hiç göz açtırmayın''

Hud 57 ‘’Yüz çevirirseniz bilin ki ben, size neyi tebliğ etmek için gönderildiysem onu tamamıyla tebliğ ettim ve Rabbim, sizin yerinize, sizden başka bir topluluğu geçirecek ve siz ona hiçbir suretle zarar veremezsiniz. Şüphe yok ki Rabbim her şeyi korur.’’

* Müminlere hitaben ‘’Akrabalığımıza binaen bana yakınlık duyun’’ gibi bir anlam verirsek, bu da yanlış olur çünkü zaten elçi ile yakınlık/müttefiklik kan bağına bağlı olarak kurulmaz ve istenmez. Hele ki elçi böyle bir şeyi isteyecek son insandır. Yakınlık/müttefiklik anlayışa bağlı olarak kurulur. O yüzden elçi burada kendisine yakınlık duyulması için bir şey isteyecek olsaydı bu akıl olurdu, kan bağı değil.

* ‘’Müfessirler bunu “bana yakın olanlar,” yani Muhammed (s)’in akrabaları şeklinde anlarlar; oysa böyle “kişisel” bir talebin, “sizden hiçbir şey istemiyorum” şeklindeki önceki beyan ile çeliştiği açıktır''

* ‘’Hiçbir mülkiyet zamirinin bilerek kullanılmaması bunun herhangi bir kişisel ilişki ile sınırlı olmadığını, tersine bütün insanlık için geçerli olan ortak bir ilişkiye işaret ettiğini göstermektedir.’’

Sonuç olarak ‘’akrabalık bağına binaen bana engel olmayın’’ ve ‘’Akrabanız olarak beni sevip desteklemenizi istiyorum’’ yorumlarına uzağım.


4- KURBA BURADA FUKARA,GARİP, YARDIMA MUHTAÇ ANLAMINDA KULLANILMIŞTIR. O YÜZDEN 42:23 FAKİRLERE DESTEĞİ VURGULAR

Bu yorum İhsan Eliaçığın yorumu ve sıkıntı şurada: surede zekat, fakirlere, miskine yardım, yetime yardım filan geçmiyor. Surenin bağlamı bu mesajlardan uzak. Ayrıca ayet de bu bağlamdan uzak, kurba kelimesi burada mesakin, yetama gibi kalıplarla kullanılmıyor ayrıca ‘’ihsanen’’ kelimesi de yok, iyilik yapın anlamında sıklıkla kullanılmıştı pattern 1’de. Kısacası, yukarıda bahsettiğim pattern 1’ e uyan bir yanı yok ayetin. Aksine daha önceki patternlerin hiçbirinde kullanılmadığı bir şekilde ‘’fi kurba’’ şeklinde ‘’fi’’ edatıyla kullanılıyor. O yüzden kurba kelimesi ile yoksula, muhtaçlara yardımın kastedilmesinin zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyorum.


5-‘’MEVEDDETE Fİ KURBA’’ HERKESİN KENDİ AKRABASINI GÖZETMESİNİ EMREDER

Edip Yüksel Çevirisi: 42:23 ‘’ALLAH, inanıp erdemli davranan kullarını böyle müjdeler. De ki "Ben sizden, akrabalık sevgisi dışında herhangi bir ücret istemiyorum." Kim bir iyilik işlerse onun iyiliğini arttırırız. ALLAH Bağışlayandır, takdir edendir.’’

Edip Yüksel Tefsiri: Herkesin kendi akrabalarını gözetmesini öğütleyen bu ayeti çarpıtıp, Muhammed peygamberin akrabalarına özgü kılanlar; ehl-i beyt, seyyidler ve şerifler diye Hindu Brahmanlar gibi imtiyazlı bir asalak sınıf oluşturmuşlardır.

* Bu yorumdaki sıkıntı, biz şartsız koşulsuz akrabalarımıza sevgi duymak zorunda değiliz. -Burada ‘’koşulsuz , şartsız’’ kalıbını kullanabilirim çünkü ayetteki verilen şey bir rica değil, bir emir. Sen oraya akrabalığa sevgi koyarsan bu ‘’ne olursa olsun akrabalığa sevgi duymak şarttır’’ şeklinde yorumlanır- Kaldı ki o dönemde ki insanlar o sevgiyi duymak zorunda hiç değil. Aynı şey ‘’gözetmek’’ kelimesi için de geçerli, akrabalarıyla savaşanlar var.

*Surenin nerede indiği rivayetlere dayanıyor, bir kısmı Mekke demekte diğer bir kısmı 23’ den 26 ‘ya kadar Medine’ de indi demekte. Ben şunu demek istiyorum, Mekke’ de insin veya Medine’de insin, o dönemde, elçinin ve takipçilerinin, elçinin kendi soydaşları da dahil olmak üzere, her yönden tehditler altında olduğu, elçinin ve takipçilerinin bir mücadele/savaş içerisinde olduğu bir dönemde ‘’sizden bir şey istemiyorum sadece şunun dışında’’ denilerek, büyük bir vurguyla emredilmiş bir iş, gerçekten akrabaları sevmek mi?

*Ayrıca Nisa 7 ve 8. ayetlerde kan bağı için kullanılan kelimenin kurba değil akrabune/akrabine kelimeleri olabileceğine dair de bazı şeyleri yazmıştım, delil oluşturabilir o argüman eğer ki gerçekten isabetli bir tespit ise.

Tüm bunların ışığında ‘’herkes kendi akrabasına sevgi beslesin, gözetsin’’ manası tercihi zayıf gözüküyor.


6- KARDEŞLİK BAĞLARI KURUN/SEVGİ BAĞLARI KURUN/YAKINLIKTA SEVGİ

Muhammed Esed Çevirisi: 42:23 ‘’Allah onu iman edip doğru ve yararlı işler yapan kullarına bir müjde olarak vermektedir. De ki, [ey Muhammed]: “Bu [mesaj] karşılığında sizden yol arkadaşlarınızı sevmenizden başka bir şey beklemiyorum. Kim güzel bir iş yap[ma erdemine ulaşır]sa ona daha büyük güzellikler bağışlarız: ve gerçek şu ki Allah, çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verendir.’’

Erhan Aktaş Çevirisi: 42:23 ‘’İşte bu, Allah'ın, iman edip salihâtı yapan kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben bu çağrıya karşılık “yakınlıkta sevgiden”¹ başka sizden bir ücret istemiyorum. Her kim bir iyilik yaparsa, onun için iyilikleri artırırız. Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Çok Şükreden'dir.’’

‘’ 1- Allah\a giden yolda yakınlık kurmanızdan, birbirinizi sevmenizden.’’

* Beni bu anlama yaklaştıran şeylerden birisi, meveddet kelimesinin kullanıldığı diğer ayetlerdir. Meveddet kelimesinin, istisnasız bir şekilde, her kullanıldığı ayetin bağlamı içinde, sevgi bağı/sosyal bağ/yakın olma/birleşme/dostluk vurguları var. Meveddet kelimesinin 42:23 dışarısında kullanımları, 42:23’ de istenilen şeyin sosyal bağ/müttefiklik/sevgi bağı olması ihtimalini güçlendirir.

Meveddet kelimesinin geçtiği ayetler:

-5:82 ‘’İman eden kimselere düşmanlık yönünden insanların en çetininin Yahudiler ve müşrikler olduğunu görürsün. Ve yine iman eden kimseler için sevgice/meveddeten daha yakın olanların da biz Nasarayiz diyenler olduğunu göreceksin. Bunun nedeni, kuşkusuz bunların içinde gerçekten büyüklük taslamayan keşişler ve rahipler olmasıdır.’’

30:21 ‘’O'nun ayetlerinden biri de, sizin için kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır. Siz, onunla dinginleşir huzur bulursunuz. Birbirinize karşı, aranızda sevgi/meveddeten ve rahmet oluşturdu. Düşünen bir toplum için bunda nice ayetler vardır.’’

60:7 ‘’Allah'ın sizinle o düşmanlık ettiğiniz kimseler arasında bir sevgi bağı/mevedde kurması umulabilir. Çünkü Allah herşeye güç yetirir, çok bağışlayan ve çok acıyandır.’’

60:1 ‘’Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak'tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınız için Peygamber'i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi/bilmeveddeti sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi/bilmeveddeti gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa denge yolundan sapmış olur.’’

29:25 ‘’Ve İbrahim onlara dedi ki: “Siz Allah'ı bırakıp, dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı/meveddete olsun diye, putları ilahlar edindiniz. Daha sonra kıyamet gününde, birbirinizi tanımaz hale gelerek ve her biriniz diğerine lanet okuyarak, varıp barınacağınız cehenneme düşeceksiniz ve sizin için orada yardımcılardan bir kimse de bulunmayacaktır.’’

4:73 ‘’Ama Allah'tan size bir zafer ihsan edildiğinde aranızda hiçbir sevgi ve dostluk/meveddetun yokmuş gibi davranarak “Keşke onlarla beraber bulunsaydım da, ben de büyük bir başarı elde etseydim” diyeceklerdir.’’


*Surenin adı Şura. Şura, konsül, komita, danışma kurulu demek. Surenin içinde de ayrılığa düşmemek, salatı ikame etmek, işleri danışarak yapmak, yardımlaşmak konularına değiniliyor.

Örneğin:

42:38 ‘’Rabb'lerinin çağrısına uyarlar ve salatı ikâme ederler. Onlar, işlerini birbirlerine danışarak yaparlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.’’

42:39 ‘’Bir haksızlığa, zulme uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.’’

42:13 ‘’O, size dinden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi; İbrahim'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya, tavsiye buyurduğumuzu yasa yaptı. “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer ve kendisine yönelen kimseye doğru yolu gösterir.’’

Surenin genel bağlamı içerisinde dostluğu, yardımlaşmayı,danışmayı,ittifakı,ayrılığa düşmemeyi öneren bir yapısı olması, 42:23’de vurgulanan ‘’meveddete fi kurba ‘’ tamlamasının da yakınlık/dostluk/ittifak/sevgi bağı olması ihtimalini güçlendirir.

*Meveddet, karşılığını bulmuş sevgi/karşılıklı sevgi demek. Tek taraflı sevgi ise ‘’hub’’ kelimesi ile ifade edilmekte daha çok. Bu da sadece müminlerin ehli beyte sevgi duymasından ziyade karşılıklı bir işin istendiğine dair delil oluşturabilir.

* ‘’İlla’’ sonrasında vurgulanan şeyin Kur’an’ın ana mesajlarından biri, önemli bir yeri olacağından bahsetmiştik. Sevgi bağı/ittifak/birleşmek Kur’an da birçok defa vurgulanır, en önde gelen mesajlarından biridir.

* Ayrıca ayette bir emir, nüans belirtilmeden yapılması istenilen bir iş var. Akrabayı sevin dediğimizde bu bağlama uymuyor. Hangi akrabayı seveceksin, neden seveceksin, koşulsuz şartsız mı seveceksin, birçok nüans var. Ehli beyti sevin dediğinde, ehli beyt yanlış yola saptıysa da mı seveceksin, ehli beyt bozgunculuk çıkarıyorsa da mı seveceksin, yine nüans var. Ayet hiçbir şey belirtmeden emrediyor ama, yapacaksın diyor? O zaman verdiğimiz anlamlarda bir terslik var demek ki. Aynı soruları Tanrı yolunda ittifak kurmaya, güç yeşertmeye, sevgi bağı kurmaya soralım. ‘’Şu, şu , şu durumlarda Tanrı yolunda güç yeşertmek, ittifak kurmak yanlıştır’’ diyebilir miyiz? Bunların yapılmasının yanlış olacağı bir nüans belirtebilir miyiz? Hayır. Eğer ki imkanın varsa, şartlar bu emri yerine getirmene müsaitse, emri yerine getirirsin, düşünmezsin. Kısacası ayetin üslubu açısından da ‘’Allah\a giden yolda yakınlık kurmak, birbirimizi sevmek’’ anlamı daha uygun.

* H.t’den alıntı ‘’ elçi muhammed diyor ya kuran'da sizden akrabalık sevgisi dışında bir şey beklemiyorum diye. şimdi hepsiyle akraba mıydı elçi muhammed oradakilerin -her insan akrabadır eki eki geyiğini bırakalım konu bu değil çok açık-? değildi abi. oha beyler. büyük ihtimalle o akrabalık diye geleneksel meallerde çevrilen şey bayağı bayağı comradeship/yoldaşlık.’’
Ayetteki klasik çeviri ‘’ akrabalık sevgisi dışında başka bir şey istemiyorum’’ şeklinde. Hacı da diyor ki Elçi Muhammed oradakilerin hepsiyle akraba mıydı da onlardan, kendisine veya ailesine yönelik, akrabalık sevgisi beslemelerini isteyecek?

Tüm bunlar beni bu manaya daha yakın tutuyor.

Meveddete ayetini bitiriyorum burada.


İLLEN VE ZİMME KELİMERİNE BİR PARANTEZ

‘’İllen’’ bazı çeviriler de akrabalık bağı olarak da çeviriliyor. Konuyla alakalı olduğu için bu iki kelimeye de bir parantez açmak istedim.

9:8 ‘’Nasıl olabilir ki? Onlar, size galip gelmiş olsalar, hakkınızda ne bir antlaşma/illen ne de bir yükümlülük/zimme gözetmezler. Kalben istemedikleri halde, dilleriyle sizi hoşnut etmeye çalışırlar. Onların çoğu fasıktırlar.’’

9:10 ‘’Onlar, bir mü'min hakkında ne bir antlaşma/illen ne de bir yükümlülük/zimme gözetirler. İşte saldırganlar, onlardır.’’
‘’Tanım olarak : İll terimi, bir sözleşmeden ya da kan bağından doğan ve her iki tarafı birbirini koruma yükümlülüğü altına sokan bir bağlanmayı, bir sorumluluk/yükümlülük bağını ifade ediyor. Koruma yükümlülüğü, sözcük olarak “koruma andlaşması” anlamına gelen zimmet sözcüğüyle de ifade edilmektedir.’’

Zimme kelimesinin de anlaşma/yükümlülük/ant/koruma yükümlülüğü anlamları var.

‘’ Yerkubune (gözetmezler) illen vela zimme’’ kalıbı iki yerde geçiyor, ikisinde de müşriklerin müminlere karşı olan ‘’illen ve zimme’’ yi yerine getirmeyeceklerinden bahsediliyor. İllen, sevgi bağı olamaz, kelimenin öyle bir içeriği yok hem de müşriklerle müminlerin arasında bir sevgi bağı söz konusu olamaz. O zaman ‘’yerkubûne(gözetmezler) illen vela zimme’’ tamlaması ile sözleşme veya kan bağından doğan bir antlaşmayı/yemini/yükümlülüğü/kontratı/sorumluluğu müşriklerin yerine getirmeyeceği, her türlü sözden yan çizebilecekleri vurgulanmış gibi gözüküyor.
Kullanıcı avatarı
belikebond
1. Nesil
Mesajlar: 201
Kayıt: 18 Haz 2018, 02:17

#3

Okunmamış mesaj

ERHAM KELİMESİ VE KUR'AN'DA KULLANIMI

Erham Kelimesi: Erham, r-h-m (ر ح م) kökünden gelir, rahim kelimesinin çoğuludur. Kelimenin direkt çevirisi ‘’rahimler’’dir. Ana rahmi anlamına gelen ‘’rahm’’ kelimesinden türediği için genelde kan bağı/akrabalık olarak çevrilir fakat mecazi olarak yakınlık, sıkı-fıkılık, dostluk, sevgi bağı anlamları da vardır.

Sıklıkla erhamla beraber kullanıldığı için evla ve evliya kelimelerinin anlamlarına da değiniyorum kısaca.

Evla= daha yakın, daha layık, daha değerli, en yakın, birbirine hak sahibi/sorumlu olmak, birbirine öncelikli olmak

Evliya= koruyucular, yardımcılar, gözeticiler, destekleyiciler, yandaşlar,dostlar

Yazıda erham kelimesinin ana rahmi anlamı dışında kullanıldığı ayetlerin üzerinde duracağım. Toplam bu şekilde 5 ayet var. Ayetlerin ayrı ayrı olarak üzerinde duracağım. Yine yazı, ayetlere yapılan farklı çeviriler ve bu çevirilere karşı benim sorularım, düşüncelerim, argümanlarımı yazmam, görüş olarak neye neden yakın, neden uzak olduğumu belirtmem üzerine olacak.


NİSA 1

‘’ Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'dan ve erham(bağlarını koparmak)dan sakının/ ttekû. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.’’

En sık yapılan çeviri ‘’akrabalık bağını koruyun’’ çevirisi olduğu için bu çeviriye odaklandım.

*Nisa suresinin ilk 10 ayetinde erham, kurba ve akraba kelimelerinin üçü de kullanılıyor. Kısa bir alan içerisinde 3 tartışmalı kelimenin de kullanılması bir yere işaret edebilir diye düşünüyorum. 4:7’de akrabûne, 4:8’de kurba, 4:1’de yani Nisa 1’de erham. Şimdi ilk entry’de 4:7 ve 4:8’ i açıkladım. 4:8’ deki kurba, muhtaç olan yakınlar iken 4:7’deki akrabune ise kan bağını ifade edebilir dedim. Eğer ki bu argüman doğruysa ve buradan yola çıkarsak, 4:1’deki erham kelimesinin kan bağından öte bir şeye işaret etmesi muhtemel. Çünkü erham 4:1’de sadece kan bağına işaret edecek olsaydı hemen 6 ayet sonrasındaki kullanılan kelime (akrabûne – 4:7) tercih edilmez miydi? Demek istediğim eğer ki 4:1’de erham kelimesine, 4:7’deki akrabune veya 4:8’deki kurba kelimelerinin verdiği anlam verilmek istenseydi, kelime farklılığına gidilip de erham kelimesi kullanılır mıydı? Kelimede farklılığa gidilmesi erham’ın, bu ayette kan bağını aşan bir olaya işaret edebileceğine bir delil oluşturabilir.

*Diğer şey ise ayetin bağlamı içerisinde erham’ı kan bağına indirgemek için bir sebebimiz var mı? Yok gibi gözüküyor, ayetin geri kalan kısımında kan bağını spesifik olarak ilgilendiren bir durum, bir ipucu yok ve erham kelimesinin mecazen yakınlık, sıkı-fıkılık, dostluk, sevgi bağı anlamları var. O zaman neden kan bağına indirgiyoruz?

* Nisa suresinin Medine’de inen bir sure olması çok muhtemel. Ayrıca uhud, hendek ve bedir savaşlarından sonra indiğine dair rivayetler de var. Surenin genel içeriğine de bakılırsa savaştan sonra inmiş olması muhtemel bir sure. Yine de nerede, ne zaman indiği farketmeksizin, genel olarak ve Kur’an’ın indiği dönem içerisinde gözetilmesi, korunması istenilen şey kurulan ittifak/sevgi bağları/müttefiklikler midir yoksa aile/kan bağı ile sınırlı mıdır? Müminlerin/müslümanların kardeş kılındıkları bir ortamda kan bağından daha öte şeyler yok mudur?

*47:22 ‘’ Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve ‘’erham’’ bağlarınızı koparacaksınız/tukatti’û erhamekum öyle mi?’’

47:22 ‘de müşriklerin erhamı keseceklerinden koparacaklarından bahsediliyor. Nisa 1’de ise koruyun, koparmaktan sakının denilmekteydi. Tukatti’û ve tteḳū kelimeleri aynı kökten gelmeseler bile kullanım şekillerine bakarsak bir ilişki var. İlk ilişki, ikisi de erhamla beraber kullanıldı. İkincisi, birisi (tukatti’û) ‘’kesmek, koparmak, bozmak’’ diğeri ise (tteḳū) ‘’korumak, sakınmak, sorumluluğun bilincinde olmak’’ şeklinde kullanıldı, anlamsal olarak bir zıtlık var. 47:22 ‘de neyin kesilmeye çalışılacağı söylenmişse 4:1’de onun korunması emredilmiş olması muhtemel.

47:22 ‘de betaların keseceği şey kan bağları mı yoksa tanrı yolunda kurulmuş sosyal bağlar mı? 47:22’de erham ile neyin kastedildiği 4:1’e nasıl yaklaşmamız konusunda kritik olabilir. O yüzden hemen aşağıda 47:22 ile devam ediyorum.


MUHAMMED 22

47:22 ‘’ Demek siz iş başına gelecek olursanız(tevelleytum) yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve ‘’erham’’ bağlarınızı koparacaksınız(tukatti’û erhâmekum) öyle mi?’’

Transcript : ‘’Fehel ‘aseytum in tevelleytum en tufsidû fî-l-ardi ve tukatti’û erhâmekum’’

Tevelleytum kelimesinin iki farklı manası bulumakta. Birincisi gücü, yönetimi ele geçirmek, diğeri ise kökeninden dönmek, yüz çevirmek, vazgeçmek, terk etmek. Tevelleytum kelimesi sayesinde de ayete iki farklı açıdan yaklaşabiliyoruz:

Birincisi ‘’Siz gücü, idareyi ele geçirdiğinizde bozgunculuk çıkaracak, erham bağlarını keseceksiniz.’’

Diğeri ise ‘’Siz imandan vazgeçtiğinizde, yoldan döndüğünüzde, bozgunculuk çıkaracaksınız, erham bağlarını keseceksiniz.’’

Ayetin öncesine bakarsak:

47:20 ‘’Ve inananlar, derler ki: Bir sure indirilseydi; bir hükmü kesin sure indirildi mi ve onda, savaş anıldı mı da gönüllerinde hastalık olanları görürsün ki sana, ölümden baygınlık geçiriyorlarmış gibi baygın baygın bakarlar; artık ölüm, onlara daha da uymaktadır.’’

Samimi olan müminler istiyorlar ki artık izin verilsin ve aksiyona geçebilsinler. Sonra da izin verildiğinde ‘’gönüllerinde hastalık olanlar’’ yani gerçekten anlamamış olan münafıkların hallerinden bahsediliyor.

47:21 ‘’İtaat ve güzel bir söz! İş budur. İş ciddileşince, Allah'a verdikleri söze sadık olsalardı kendileri için daha iyi olurdu.’’

47:22 ‘’ Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve ‘’erham’’ bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?’’

47:23 ‘’ Öyle kişilerdir onlar ki Allah, lanet etmiştir onlara, onları sağırlaştırmakta ve gözlerini kör etmektedir.’’

Argümana geçmeden bir parantez açmak istiyorum. Yukarıdaki ayetlerde hitabın münafıklara/taklitçilere karşı olması, söylenilen işin (bozgun ve erham bağlarını kesmek) müşriklerin/açıktan açığa müminlere karşı savaşanların farklı bir aksiyonda bulunacağını göstermez. Çünkü iki grupta akılsızlığın iki farklı spektrumudur. İkisi de akılsızdır, birisi açıktan açığa savaşır, diğeri ise taklit içindedir. Bu iki grubun çok da farkı yoktur birbirlerinden. İkisi de aynı spekturumun iki farklı ucudur. O yüzden 47:22’ de söylenilen işi(bozgun ve erham bağlarını koparmak) müşriklerin de yapması beklenilen bir davranış olarak görebiliriz. Bu benim yorumum, eğer ki bir yeri gözden kaçırıyorsam söyleyin lütfen.

Bir parantez daha : Erhamekum kelimesinde bir sahiplik eki var. erhâmekum=erham bağlarınız. Fakat anladığım kadarıyla, mana verirken hem kendi erham bağlarınızı keseceksiniz hem de erham bağı bulunanlara karşı mücadele edeceksiniz, şeklinde bir mana verilebiliyor.

Şimdi argümana geçersek, 20. ayetten itibaren münafıklardan bahsediliyor. 22. Ayette de yine münafıklar kastedilerek ‘’erhamlarınızı’’ koparacaksınız deniliyor. O sahiplik eki münafıklar için kullanılıyor. Burada bir sıkıntı var. Eğer ki erhama kan bağı dersek, anlam münafıkların kendi kan bağlarını koparacaklarını ve genel olarak toplum içerisinde birbiriyle kan bağı bulunan insanlara karşı savaşacakları anlamına gelir. Ayrıyeten, yukarıda, spektrumun iki farklı ucu diye bahsettiğim olaydan dolayı müşriklerin de aynı şekilde davranması beklenilir. Fakat baktığımızda, bu davranış modeli, hayata dair hakikatlerle pek uyuşmaz.

Elçi Muhammed’e karşı birleşenler arasında kan bağı ile birbirine bağlı olan insanlar var. Erham’a kan bağı dersek, bu insanların Elçi Muhammed’e sıra gelmeden birbirlerine düşmesi gerekmez miydi? Aynı şekilde, Elçi Muhammed ilk vahyi almadan önce , gücü elinde bulunduran Mekkeliler, Elçi Muhammed’in akrabalarıyla olan ilişkilerini kesmeye çalışmışlar mıdır? Hayır. Elçi Muhammed Tanrı yolunda ittifak yeşertmeye başladığında o ittifakın önü kesilmeye çalışılmıştır. Fakat erham’a kan bağı dersek, müşriklerin, milletin kan bağına dayalı sosyal ilişkilerini kesmeye çalışmaları gerekiyordu. Olayı Mekke Medine’den çıkarıp genel olarak düşünürsek, tapınakçılar/betalar, kan bağından doğan sosyal ilişkilere karşı mı savaşırlar, yoksa menfaatlerine uymayan hakikat yolunda kurulmuş ittifaklara karşı mı?

Fakat biz ayetteki erham’a, ‘’kan bağları’’ anlamını verirsek o dönemin betaları da dahil, dünyadaki bozgunculuk için çalışan, taklit içerisinde olan her kişi ve organizasyonun hem kendi kan bağlarını koparmaya çalışması hem de etrafındaki insanların kan bağlarını koparmaya çalışması gerekiyor. Ben bu önermenin karşılığını göremiyorum hayatta.

Benim yakın olduğum düşünce Muhammed 22’deki erhamın, sevgi bağı/müttefiklik ilişkileri/ittifak anlamında kullanılmasıdır. Ayet genel manada gücü ele geçiren betaların Allah yolunda kurulmuş ittifaklara karşı savaşacaklarını vurgularken erham’a verilen sahiplik eki ile aynı zamanda organizasyon içinde bulunan taklitçilerin de ittifakı bozmaya yönelik davranışlarda bulunacağına, ayrı bir parantez açmış olabilir.

Muhammed 22’ye devam ediyorum:

Enfal 73: ‘’İnkar edenler birbirlerinin velileridir/dostlarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur.’’

Muhammed 22 ‘’ Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve ‘’erham’’ bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?’’

Enfal 73’ de bozgunculuğun çıkmaması için önerilen şey nedir? Birleşmek, sevgi bağı, ittifak kurmak. Muhammed 22’ de betaların bozgunculuk çıkarırken aynı zamanda yapacağı iş nedir? Erham’ı kesmek. Erhamın nasıl anlamları bulunmakta? Dostluk/sevgi bağı/yakın ilişki.

Enfal 73 ile müminlere sorumlulukları anlatılıyor, Muhammed 22 ile ise betaların bozgunculuk çıkarırken aradaki sosyal bağları kesecekleri konusunda uyarı yapılıyor. Akrabalık ve kan bağı gerçekten bu bağlamların uzağında olan şeyler gibi gözüküyor bana.

Muhammed 22 ile alakalı diğer ayetler:

Rad 25, Bakara 27, Şuara 152, neml 48, enfal 75 ayetlerinin sadece belli kesitlerini aldım aşağıya fakat bir çarpıtma gibi bir şey söz konusu değil. Ben vurgulamak istediğim yeri daha net vurgulamak için sadece ayetlerin belli yerlerini aldım.

‘’Yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar’’ tamlamasının beraberinde söylenen cümleye odaklanarak okuyun.

Hepsin alt alta koyarsak

47:22 ‘’tufsidû fî-l-ardi /yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar ve erham bağlarını koparırlar’’

13:25: ‘’ Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi parçalayanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar/ yufsidûne fî-l-ardi’’

2:27 : ‘’ Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keser ve yeryüzünde bozgun çıkarırlar/ yufsidûne fi-l-ard.’’

26:152 "Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor/ yufsidûne fî-l-ardi ve ıslah etmiyorlar/barışa yanaşmıyorlar/ lâ yuslihûn

27:48 ‘’Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar/ yufsidûne fî-l-ardi ve ıslah etmiyorlardı/barışa yanaşmıyorlardı/ lâ yuslihûn.’’

(yuslihun "dünya işlerinin, sosyal ilişkilerin düzeltilerek, geliştirilerek yaşanması'' .)

Tüm bozgunculuk, erhamı kesmek, ıslah etmemek eylemlerine çözüm olarak da Enfal 73 : ‘’İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur.’’

Bir pattern söz konusu. Tanrı bozgunculuk çıkarırlar tamlamasından sonra gelen cümleyi değiştirerek konuyu detaylandırıyor bir nevi sanki. Her bozgunculuk yapıyorlar tamlamasından sonra gelen cümle farklı ama aynı zamanda da bir pattern olduğu için birbiriyle alakalı. Allahın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparmak, ıslah etmemek/barışı sağlamamak ve erham bağlarını koparmak… Erham’a akrabalık dersek, aynı salat kelimesinin yardımlaşma, destek gibi kelimelerle beraber kullanıldığı ayetlerde namaz diye çevrilmesi gibi bir durum oluşuyor. Tüm sayılanların arasında namaz ne alaka diyesi geliyor insanın. Aynı durum burası için de geçerli. Akrabalık ne alaka?

Muhammed 22’nin Nisa 1 ile İlişkisi:

Nisa 1’ e dönersek. Orada ‘’tteku erham’’ denilerek erham bağlarının korunması isteniliyordu. Muhammed 22 ile ‘’tukatti’u erham’’ denilerek bağların koparılmaya çalışılacağı söylendi. Yukarıda Muhammed 22 için yazdıklarımla beraber düşünürsek Nisa 1 ‘de korunması istenilen şeyin Tanrı yolunda kurulan sevgi bağları/ittifak/dostluk/sosyal ilişkiler olması muhtemel gözüküyor.

Muhammed 22 ile Benzer İki Ayet :

Bakara 205 :‘’İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.’’

Tevbe 47: ‘’Eğer sizinle çıksalardı, bozgunculuktan başka bir şey yapmazlardı; sizi fitneye düşürmek için koşuştururlardı. İçinizde, onlara kulak verecekler de olurdu. Kuşkusuz Allah, zalimleri en iyi bilendir.’’

Tevbe 47’de bahsedilen kişiler savaşa girmemek için izin isteyen taklitçiler. Aynı Muhammed 22’de olduğu gibi. ‘’sizi fitneye düşürmek için koşuştururlar’’ cümlesindeki ‘’siz’’ ise Tanrı yolunda savaşmaya hazırlanan kişiler.


ENFAL 75

Enfal 72 : ‘’Gerçekten de iman edip hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad veren, onları barındırıp yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostlarıdırlar/ba’duhum evliyâu ba’d. İman ettiği halde henüz hicret etmemiş olanlar, hicret edinceye kadar onlar üzerinde herhangi bir velayet hakkınız yoktur. Bununla beraber dinde sizden yardım isterlerse, sizinle arasında antlaşma bulunanlar aleyhine bir durum olmadıkça, onlara yardım etmeniz de üzerinize borçtur. Allah bütün yaptıklarınızı görüp duruyor.’’

Enfal 75: ''Daha sonradan hicret edip sizinle beraber savaşa katılanlar da sizdendirler. Bir de ‘’ulu-lerham’’olanlar, Allah'ın kitabına göre, birbirlerine evladırlar/ba’duhum evlâ biba’din. Şüphe yok ki, Allah her şeyi bilir.''

’’Medîne’ye hicretten sonra Hz. Peygamber Muhâcirlerle Ensar arasında kardeşlik esasını ortaya koymuş, bu da onların birbirlerine mirasçı oldukları şeklinde bir anlamaya sebep olmuştu (72.ayet). Bu âyet (75.ayet), mirasın sadece kan bağı ile belirlendiğini bildirmektedir.’’ Klasik tefsir bu şekilde. Evla kelimesini mirasçı olmak, erham’ı da kan bağı şeklinde çeviriyorlar.

72. Ayetin 75. Ayet ile nesh edildiği söylenir. Enfal 72’de ‘’evliya’’ kelimesini ‘’mirasçı’’ olarak çevirince ayet sana muhacir ve ensarın birbirlerine mirasçı olabileceklerini söyler. 3 ayet sonra Enfal 75’de evla’ya mirasçılık, erham’a da kan bağı deyince bu sefer, ayet sadece kan bağı olanların birbirine mirasçı olduklarını söylediğinden dolayı 72 ve 75 birbiriyle çelişmiş olur ve ‘’72. Ayet, 75 ile nesh edilmiştir’’ denilir. Fakat Kur’an’da nesh olmaz, açıklama için şu videoya bakabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=rUblKdkyyV0

Enfal 72 için: ‘’Evliya’’ kelimesinin kullanıldığı yerlere de bakarsak dostluk/koruyuculuk/müttefiklik gibi anlamları olduğunu görürüz. Hatta Enfal 73’de müşrikler birbirlerinin evliyasıdır denilmekte. Hemen bir sonraki ayetten bahsediyorum. ‘’ Velleżîne keferû ba’duhum evliyâu ba’d’’. Mirasçılık diye çevirilen evliya kelimesinin mirasçılık diye bir anlamı yok.

Yine 72. ayette geçen ‘’mirasçılık hakkı’’ diye çevirilen ‘’velayet’’ kelimesinin de sorumluluk, yükümlülük anlamları var.

Yani basitçe, 72. ayete ‘’Muhacir ve ensar birbirlerinin evliyasıdır/dostudur/müttefikidir. Hicret etmemiş olanlara gelince onlara karşı sizin bir velayetiniz/yükümlülüğünüz/sorumluluğunuz yoktur. Fakat sizden yardım isterlerse, nüans gözeterek, yardım etmelisiniz’’ şeklinde mana verenler de bulunmakta ve ben bu manaya çok daha yakınım. -Tırnak içinde yazdığım bir meal değil bu arada ben manayı vurgulamak için kısaca özetledim.-

75. ayetin mirasla alakalı bir hüküm getirdiğini yine düşünmüyorum. Argümanlarım şunlar:

Birincisi 75. Ayette geçen ve mirasçılık anlamı verilen ‘’evla’’ kelimesinin mirasçı gibi bir anlamı yok. Evla kelimesi hiçbir zaman miras ayetleriyle veya miras ile ilgili bir bağlamın içerisinde kullanılmadı. -Evla’nın geçtiği ayetler 3:68, 4:135, 8:75, 19:70, 33:6, 75:34, 47:20-

Diğer bir sebep ise Enfal suresi gerek 75’ in hemen öncesinde gelen ayetler olsun gerek surenin genel çehresi olsun kardeşliğe/birliğe/ittifaka vurgu yapan bir sure. Surenin son kısmına mirasçılık demek ayeti, surenin vermeye çalıştığı genel çehreden tamamen alakasız bir yere götürmek demek.-Bu argüman Muhammed Esed’in tefsirinden-

Suredeki ayetlerden bazıları:

8:1 ‘’ O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin’’

-Aranızı düzeltin kısmı ‘’kardeşlik bağlarınızı güçlendirin, kardeşlik bağlarınızı canlı tutun’’ şeklinde de çevrilmekte-

8:46‘’Allah'a ve Peygamberine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz’’

8:60 ‘’ Allah düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın’’

8:63‘’ O, onların (mü'minlerin) kalplerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunanların tümünü harcasaydın onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın ama Allah aralarını uzlaştırdı. Şüphesiz O yücedir, hakimdir.’’

8:66 ‘’Artık sizden yüz tane sabır ve sebat sahibi, ikiyüzü yener ve siz bin kişi olsanız Allah'ın izniyle iki binini altedersiniz’’

8:74‘’ İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.’’

8:73 ‘’ İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur.’’

Saydığım sebeplerden dolayı şu çeviriye daha yakınım :

Muhammed Esed, Enfal 75 : ‘’Ve bundan sonra inanıp da zulmün egemen olduğu diyardan göç edecek ve [Allah yolunda] sizinle birlikte çaba sarf edecek olanlara gelince, bunlar [da] sizdendirler; [işte böyle] sıkıca birbirine bağlanıp yakınlık kazananlar/ulu-lerham, Allah’ın koyduğu düstura göre birbirleri üzerinde temelden hak sahibidirler/ba’duhum evlâ biba’din. Gerçek şu ki, Allah’tır her şeyin aslını bilen.’’

Muhammed Esed Tefsirinden Alıntılar :

‘’ Her ne kadar ulu’l-erhâm tabiri, lugat olarak “ana rahmi” anlamına gelen rahm (rihm ve rahim olarak da telaffuz edilebilir) isminden türemiş olsa da unutulmamalıdır ki, bu sözcük genel anlamda (yani, yalnızca kan bağına işaret etmemek üzere) “yakınlık”, “sıkı fıkılık” yahut “yakın ilişki” anlamlarına mecaz olarak da kullanılmaktadır. Bu yönde, klasik Arap dilinde ulu’l-erhâm her türlü yakınlığı, ilişkiyi ifade eder; hukukta ise [ferâiz olarak adlandırılan miras taksiminden] hisse almayan yakınlıkları ‘’

‘’ Bu itibarla, bizce yukarıdaki ayet miras hukukuyla ilgili herhangi bir ilke getirmiyor; fakat yukarıda işaret edildiği gibi, önceki ayetlerde verilen öğretiyi hulasa ediyor; şöyle ki: bütün çağlarda tüm gerçek müminler kelimenin en derin anlamıyla tek bir cemaat oluştururlar; ve bu anlamda manevî düzeyde birbirleriyle sımsıkı bağlar, yakınlıklar içine girmiş bulunan kimseler, Allah’ın “bütün müminler kardeştirler” düsturu gereğince (49:10) en ileri düzeyde birbirleri üzerinde hem hak sahibidirler, hem de birbirlerinden sorumludurlar.’’

Enfal 75’de erham’ın, birbirine yakınlığı olan/müttefik/dost, evla’nın ise birbinin üzerinde hakka sahip olmak/birbiri için daha fazla değer ve anlam ifade etmek/birbirine sorumlu kılınmak anlamında kullanıldığına çok daha yakınım.


AHZAB 6

33:6 ‘’Peygamber, mü'minlere nefislerinden daha evlâdır, eşleri de onların anneleridir, ‘’ulu-lerham’’ da Allahın kitabında birbirlerine diğer mü'minlerden ve muhacirlerden daha evlâdırlar. Ancak dostlarınıza/evliya-ikum bir iyilik yapmanız müstesnâ, kitapta o yazılı bulunuyor.’’

Klasik tefsir şu şekilde ‘’Bu ayet inmeden önce birbirlerini kardeş edinen Ensar ile Muhacirler yani Mekke’den hicret eden Müslümanlarla Medine’de onlara yardımcı olan ve birçok şeylerini onlarla paylaşan mü’minler birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Bu ayetin gelmesiyle bu uygulamaya son verilmiş, mirasın sadece kan bağı olanların birbirleri arasında olması gerektiğini ortaya koymuştur.’’

Bu mananın verildiği bir çeviri:

33:6 ‘’Peygamber, mü'minlere kendi öz nefislerinden, canlarından, birbirlerinden daha yakındır, daha ileridir. Eşleri mü'minlerin anneleridir. Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre, veraset açısından, birbirlerine, diğer mü'minlerden ve Allah yolunda hicret eden muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza, İslâmî kurallarla örtüşen örfe uygun bir vasiyet yapabilirsiniz. Bunlar kitapta yazılmış bulunuyor’’

Yani ulu-lerham kan bağı, evla ise mirasçılık diye çevrilmekte aynı Enfal suresinde olduğu gibi.

Diğer bir yorum ise Muhammed Esed’in. Ona göre ayet elçi ve onun peşinden giden insan arasındaki ilişkiye vurgu yapar. Direk meali atayım zaten anlaşılır nasıl bir anlam verildiği.

33:6 ‘’Peygamber, müminler üzerinde, onlar[ın kendileri üzerinde sahip olduğun]dan daha büyük hak sahibidir, ve [o’nu bir baba gibi gördüklerinden] Peygamber’in eşleri onların anneleridir: [bu şekilde] yakın olanlar, Allah’ın buyruğu gereğince, birbirleri üzerinde [Yesrib’deki] müminlerden ve [Allah rızası için oraya] göç etmiş olanlardan daha fazla hak sahibidirler. Ancak [öteki] yakın dostlarınıza karşı da en güzel şekilde davranmalısınız: bu [da] Allah’ın buyruğu gereğidir.''

Tefsire göre, ayet, inanan kişinin elçi Muhammed ile olan manevi ilişkisine vurgu yapar.

Kısacası, bu yorumda elçiyi takip eden insanlar arasında bir ayrım yapılıyor. Ulu-lerham kelimesi ile, kendisini iyiden iyiye adamış, elçiyi kendisinden daha öncelik vermiş, daha iyi bir şekilde anlamış kişiler vurgulanıyor. Sonra da bunlar birbirlerine daha yakındırlar/hak sahibidirler deniliyor. Son cümlede de nüans belirtilerek geri kalan yoldaşlarına da en güzel şekilde davranmak emrediliyor.

Şuan iki farklı seçenek var gibi gözüküyor, ya ayet, miras konusunda bir hüküm getiriyor ya da elçiyi takip eden insanlar arasında bir ayrıma işaret ediliyor.


Miras çevirisi hakkında düşüncelerim:

Birkaç tane ters gözüken şey var. Birincisi, eğer ki her erham ve evla kelimesini mirasa yorarsak, miras konusu, aynı salat konusunda olduğu gibi, Kur’an’ın her tarafına saçılmış halde oluyor. Tanrı oruç, hac, kurban gibi konularda muhkem ayet verirken bunu bir yerde verir ve geçer, genel olarak Kur’anda’ki tavır böyledir. Fakat şimdi biz her erham'a kan bağı, her evla'ya da miras dersek, miras konusu bi Enfal suresinde geçiyor, sonra Ahzab suresinde, sonra Nisa suresinde… Muhkem ayetler konusundaki Kur’an’ın genel tavrı ile çelişen bir durum oluşuyor.

Diğer şey ise miras hükümleri tam da oruç, hac gibi konulardaki hükümlerin verildiği tarzda Nisa suresinde anlatılıyor zaten. Neden tekrardan Kur’an’ın bir orasında bir burasında bir puzzle gibi miras hakkında ayetler devam ediyor? -4:7,8,11,12,32,33,19,176 ayetleri miras ile ilgili ayetler- O ayetlerdeki tavır, kullanılan kelimeler de tamamen erham kelimesinin geçtiği ayetlerden farklı. Evla, evliya ve erham kelimeleri mesela bir kez bile kullanılmamış miras ayetlerinde. Miras ayetlerinde sıkça tekrarlanan vasiyet, varis gibi kelimeler de erham, evla, evliya kelimelerinin geçtiği ayetlerde hiç kullanılmamış.

Tüm bunların ışığında Ahzab 6 ‘da miras hükmü verilmiştir demek, aksi kanıtlanmadığı sürece bana uzak geliyor.

Muhammed Esed yorumuna gelirsek

Daha yakınım bu yoruma:

Evla, evliya kelimelerine gerçek anlamlarına ve daha önce kullanılma şekillerine daha tutarlı bir şekilde mana verilmiş.
Tanrı yolunda olan insanlar arasında dahi ayrım yapılan, eşitlik olmadığını vurgulayan başka ayetler de bulunmakta. Ahzab 6’ ya karşı ‘’Nasıl böyle bir ayrım yapılır, hepimiz eşitiz’’ diyemeyiz. Örnek ayetler:

Neml 15 ‘’Doğrusu biz Dâvûd’a ve Süleyman’a husûsî bir ilim verdik. İkisi de: “Bizi mü’min kullarının birçoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun” dediler.’’

Bakara 253 ‘’ İşte şu peygamberler ki, biz onların bazısını bazısına üstün kıldık. İçlerinden biriyle Allah doğrudan konuşmuş, birini ise derecelerle yükseltmiştir. Biz, Meryem oğlu İsa’ya apaçık mûcizeler verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs’le destekleyip güçlendirdik. Eğer Allah dileseydi, o peygamberlerin hemen ardından gelen insanlar, kendilerine bu kadar açık deliller ulaştıktan sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Ne var ki, aralarında anlaşmazlığa düştüler de onlardan iman eden de oldu, inkâr eden de. Şâyet Allah dileseydi onlar birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat Allah dilediğini yapar.’’

Nisa 95 ‘’ Hastalık, körlük, topallık gibi bir mazereti bulunmaksızın savaştan geri kalıp evde oturan mü’minlerle, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaşanlar elbette bir değildir. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları, herhangi bir sebeple savaştan geri kalan kimselerden derece itibariyle daha üstün tutmuştur. Gerçi Allah, her birine varılacak en güzel yurt olan cenneti va‘detmektedir. Yine de Allah, cihâd edenleri, pek büyük bir mükâfatla, mücâdeleden kaçıp oturanlara üstün kılmıştır.‘’

Bakara 247 ‘’Nebileri onlara: “Allah size Tâlût'u komutan olarak tayin etti.” dedi. Onlar: “Biz komutanlığa ondan daha layık olduğumuz ve o fazla bir servete de sahip değilken, bize nasıl komutan olabilir?” dediler. O da: “Allah, onu üzerinize seçti, ona geniş bir bilgi ve üstün bir güç verdi.” dedi. Zira Allah, gücü dilediğine verir. Allah, Her Şeyi Kuşatan ve Her Şeyi Bilen'dir.’’

Ayrıyeten ‘’veulû-l-erhâmi ba’duhum evlâ biba’din fî kitâbi’’ kalıbı Enfal 75’de de kullanılmıştı. Enfal 75’in de miras ile ilgili olmayabileceğine dair bazı şeyler söyledim yukarıda. Eğer ki aynı kalıp Enfal 75’de miras ile ilgili bir hüküm getirmediyse, bu durum Ahzab 6’da da bir miras hükmü olmadığına dair delil oluşturabilir.


MÜMTEHİNE 3

60:3 ‘’Kıyamet günü ‘’erhamukum’’ ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah yaptıklarınızı görendir.’’

Buradaki erham’a sana dünya hayatında yardımcı olmuş, senin yanında bulunmuş yakınların/dostların/kan bağı bulunan yakınların ifade edilmiş gibi görünüyor. Yine mesajın kelimeden daha önemli olduğunu düşündüğüm bir ayet. Alman gereken mesaj, dünyada senin yanında olmuş, sana yardımcı olmuş olan insanların dahi senin hükmün için bir şeyi değiştiremeyeceği, sadece Tanrı’nın eline kalacağın gerçeği.

Yazıyı burada bitiriyorum. Yazımın amacı elimden geldiğince kesin hüküm vermekten kaçınarak fikir vermek, konu hakkında düşüncelerimi ve sorularımı yazmaktı. Eğer ki saçmaladıysam ve farketmeden çarpıttıysam affediniz ve çürütünüz.
Cevapla Önceki başlıkSonraki başlık