Şahsi mücadelenin amacı temelde dünyadaki insanı güden şeylerin etkisinden kendini çıkarıp kendini özgür hale getirmek, bunun bir yansıması olarak da doğru ürünleri verebilmekten ibaret. İyileşmek, aklın güçlenmesi, farkındalığın artması dediğimiz her şey bu ‘’özgür hale gelme’’ sürecinin içerisinde gerçekleşen şeyler.
Kur’an’ da insanın güdülmesinin en ünlü örneği olarak Elçi Adem kıssalarını verebiliriz. Bu ayetlerde iblisin Elçi Adem’e yaklaştığı yere vurgu yapmıştı hacı. ‘’çünkü insanı hasta eden şeylerden oluşuyor dünya mesela elçi adem cennette kral gibi takılırken iblis'in tam olarak nereden vesveseyi verdiğine dikkat edin sonra dünyaya bakın dünya tamamen böyle şeylerden oluşuyor eheheh’’.
Ayetlere bakarsak:
Bakara 35: ''Âdem’e de: “Ey Âdem, eşinle beraber cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğinizi bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zâlimlerden olursunuz” dedik.''
Bakara 36: ''Şeytansa oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bazınız, bazınıza düşman olarak inin buradan. Bir zamana kadar yeryüzünde oturmanız, oradan rızıklanmanız mukadder.''
Taha 117: ''Bunun üzerine şöyle buyurduk: “Ey Âdem! Şüphesiz bu İblîs, senin ve eşin için çok tehlikeli bir düşmandır. Dikkat edin de, sizi cennetten çıkarmasın! Yoksa ihtiyaçlar içinde koşturur durur, sıkıntı çeker, perişan olursun.”
Taha 120: ''Derken şeytan ona vesvese verip: “Ey Âdem! Ne dersin, sana ölümsüzlük ağacını ve asla yok olmayacak bir saltanatın yolunu göstereyim mi?” dedi.''
Taha 121: ''Böylece Âdem ve Havva o yasak ağaçtan yediler. Bunun üzerine ayıp yerleri kendilerine açılıp belli oluverdi de oraları hemen cennet yapraklarıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem, Rabbinin emrine karşı geldi ve şaşırıp kaldı.''
Taha 120 bakarsak ‘’ölümsüzlük ağacı’’ ve ‘’ yok olmayacak saltanat’’ vaat ediyor iblis. Bunlar biz dünyalılara aslında dünya hayatında nelere açlık duyacağımıza dair bir ipucu. Dünya bu tür şeylerle dolu sözü kesinlikle doğru, dünya içerisinde yaşıyoruz ve gerçekten dünya insanın menfaatleri ve açlıkla saldırabileceği olaylarla dolu. İnsan peki default olarak bazı açlıklara sahip mi yoksa her şey sonradan mı gelişiyor? Default olarak bir şeyler var çünkü Elçi Adem bu vesveseyi yiyene kadar hatasız ve günahsız bir insan, cennette takılıyor. Buna rağmen iblis vesvese ile güdebiliyor. Bu insanın temelde, default olarak menfaat ve bir takım açlık/istekler üzerinden güdülebileceği, bu olayların etkisinde davranabileceğini gösteriyor. Çünkü o noktada adem cennette. Buna rağmen insan olmaktan dolayı sahip olduğu default bir takım özellikler var ki vesveseyi yiyince güdülüyor. Yani insan olarak stratejimiz bazı açılardan bazı şeyleri kendi içinden yok etmeye çalışmak değil, aklını güçlendirip olayların boş olduğunu anlayıp kendini kendini güdülmekten alıkoymak. Bazı açılardan dediğimin altını çiziyorum bu söz için.
Elçi Ademin bu davranışı Tanrının ‘’o ağaca yaklaşmayın’’ uyarısına rağmen yaptığını da göz önünde bulundurmak lazım. Yani tanrının şuna yaklaşmayın demesinden daha açıklayıcı ve daha net bir uyarı olamaz. Fakat yine de gidiyor o ağaca yaklaşıyor. Bu neyi gösterir? Gerçek veya doğru olan gözünün önünde olsa dahi menfaatler ve açlıklar/arzular gözüne perdeyi çekebilir. Yani insanı güden şeylerin bir kısmı menfaatlerden ve arzu/açlıklardan ibaret.
Menfaat kelimesini açarsak, birçok şey menfaat olabilir kişi için. Menfaat nedir? Gerçeklerden, doğrulardan bağımsız olarak insanın sahip olmak istediği, inanmak istediği, savunmak istediği, davranmak istediği değerler/düşünceler/davranışlar/çıkarlar. Örneğin iki küçük kardeşiniz kavga ettiler diyelim, saçma sapan bir konudan tartışıp bağrıştılar birbirlerine. İkisine ayrı ayrı sorarsan her seferinde kendilerini haklı bulup karşıyı suçlarlar. Hiçbir zaman ‘’ya şöyle dedim ama hatalıydım yanlışıkla dedim’’ falan duymazsın. Hep diğeri bir şey yapmıştır o da o yüzden öyle davranmıştır. Çocuk yaştayken tabi normal bu davranış ama aynı zamanda da insanın kendi istediğini düşünmeye, menfaatleriyle güdülmeye olan eğilimini de gösteren bir olay, wishful thinking.
Açlık/arzular ise yine menfaatlerle ilintili olup insanın hem nefsani hem de toplumsal ıkıntılarla hırsını/açlığını duyduğu içi boş arzulardır. Akılsızlığın, toplum telkinlerinin, primitif kısımlarının, menfaatlerinin üzerinden gelen hırslar, arzular, istekler.
Menfaatler açlıklar dedik, başka? Bu kadar mı insanı kontrolü altına alan şeyler? Değil. Duygular, hormonlar, travmaları da ekleyebiliriz.
Ali İmran 120: ‘’Size küçük bir iyilik, bir nimet ulaşsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hîle ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.’’
Bu örneğin duygusal travmaların insan davranışına, düşünüşüne, perspektifine yansımasının örneğidir. Tecavüzcü, hırsız, seri katil Carl Panzramın hapishanede idam edilmeyi beklerken neyi neden nasıl yaptığını ve kendi hayatını anlatan oto-biyografisini okuyabilirsiniz duygusal travmaların insan davranışına ve düşünüşüne etkisi konusunda fikir almak istiyorsanız. Duygusal travmalar insanın algılarına perde indirip yanlış davranışlara ve yanlış düşüncelere yönlendirebilir, güdebilir. İnsan trajik olaylar yaşar, haksızlığa uğrar, felaketler başına gelir, tüm bunlar mikro makro şekilde sürekli olarak insanın başına gelir. İnsan bunun sonucu olarak bazı duygular hisseder, kin/resentment, öfke, suçluluk, korku, nefret gibi. Bu duygular, düşüncelerden bağımsız hissedilmez, insana duygularla beraber bir takım düşünceler, fanteziler de gelir. İnsan tüm bu fırtınanın içinde gerçeğe, doğru olana aklı ve iradesi ile bağlı kalmayı başaramazsa bu duygular, düşünceler, fanteziler sarmalı kendisini kontrol etmeye/gütmeye başlar. Yani insanı duygular, travmalar da güder, insanı etki altına alan şeyleri sayıyorsak atlayamayız bunu.
Duygularla güdülmeye Kur’an’dan örnek olarak Habil ve Kabil kıssalarını da verebiliriz.
Maide 27: ''Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat: Onlar Allah’a birer kurban takdîm etmişlerdi de birinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kıskanıp: “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, öteki şu cevabı vermişti: “Allah ancak takvâ sahiplerinin ibâdetini kabul buyurur.”
Maide 30: ''Nihâyet nefsi onu kardeşini öldürmeye sürükledi; onu öldürdü de mahvolup gidenlerden oldu.''
Maide 31: ''Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermesi için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Kãtil bunu görünce: “Yazıklar olsun bana! Şu kargadan daha bilgisiz, daha mı âcizim ki, kardeşimin cesedini nasıl ortadan kaldıracağımı bilemedim” diye dövündü ve pişmanlığa düşenlerden oldu''
Kin, kıskançlık, nefret gibi duygular hayattaki en gerçek şeylerden birisi. İnsanın önce düşüncelerini sonra da davranışlarını şekillendirebiliyorlar. Gözüne perde indirip seni güdebiliyorlar. İnsan üstü olmak istiyorsak bu değişken, inişli çıkışlı duygularını ve buradan gelen tüm fantezi/düşüncelerini itaatin altına almak zorundayız. Akıl, irade, farkındalık en büyük silahlarımız bu amaç için.
İdealimiz olan şey bireysel anlamda en ufak bir şekilde güdülmemek hacının dediği öğütlediği gibi. Hayatında olumlu ürünler koymak istiyorsan o ürün senin olmalı, duygularının, menfaatlerinin üzerinden seni güden iblisin değil. Bağımsız ve özgür olup/kendin olup/alfana ulaşıp, kendi ürünlerini koyman lazım.
Yazıdaki kavramları ben kendi kafama nasıl kodladıysam o şekilde aktardım. Menfaat senin için belki başka bir hakikati ifade etmek için kullandığın bir kelimedir, arzu, istek kelimesi belki senin için pozitif bir kelimedir, açlık kelimesini belki sen benim menfaati kullandığım gibi kullanıyorsundur kendi içinde. Fizik kurallarından bahsetmediğimiz için kelimelerden ziyade kelimelerin işaret ettiği yerlere odaklanılarak okumak sonra da anlatılanı kendi içinde hangi kelimelerle kodlamak istiyorsan o şekilde kodlaman gerekli.