Roma ve Sezar Üzerine
Gönderilme zamanı: 04 Nis 2025, 22:32
Tarihe etki etmiş liderlerin hayatlarını incelemek kişiye farklı bir perspektif kazandırıyor çünkü sıklıkla yaşamlarında ibretler ve nüans noktaları barındırdıklarını görüyoruz. Sezar da tartışmasız bu liderlerden biri. Bu yazıda da hem Roma hakkında genel bazı bilgiler verip analizler yapmayı, hem de Sezar’ın hayatından çıkarımlar yapıp tarih bilgisiyle harmanlayarak buraya sunmayı hedefledik. Uzun bir yazı fakat sebat ederseniz size kazanımlar sağlayacağını düşünüyoruz. İyi okumalar.
Bold,Belikebond,Kai.
Öncelikle Sezar’ın etkisi ne derece büyük bunu anlayarak olaya başlayalım. Şu an 87 yaşında olan Simeon Saxe-Coburg-Gotha, 2001-2005 arasında Bulgaristan’da başbakanlık yapmış bir siyasetçi. 1943 yılında 6 yaşındayken kendisine “Çar” unvanı verilmiş. Bunun konuyla ne ilgisi var diyebilirsiniz ancak “Çar” - İngilizce yazılışı “Tsar”- kelimesinin kökeni Sezar'a -Latince yazılışı Caesar- dayanıyor. Latince telaffuzu da “Kaisar” ki bunu da Almanlar uzun süre unvan olarak kullandılar. Bizden bir örnek olarak Mehmet II de İstanbul’u fethedince Kayzer-i Rum unvanı alıyor, yani Roma’nın Sezar’ı. Ayrıca Kayseri vilayetinin de adı buradan gelme. Kısacası Sezar o dönem nasıl bir prestije ulaştıysa, soyadı artık çeşitli yerlere ismini vermiş, bir unvana dönüşmüş ve bu unvan zaman içinde farklı coğrafyalarda güç ve yönetimi somutlaştırmak için kullanılmış. Bu gibi bir kişiye özel şeylerin zaman içinde bir unvana dönüşmesi çok ilginçtir ve sanırım tarihte bunun en göze çarpan örneği de Sezar. Bunun olma sebebi de dediğimiz gibi artık o kişinin isminin kendini tanımlamaktan da öte bir gücü tanımlar hale gelmesinden kaynaklanıyor, yani Sezar o kadar etki etmiş birisiydi.
Roma Cumhuriyeti
Sezar’ın hayatını direk analize başlamadan önce Roma hakkında ufak bir ön yazı geçerek dönemin siyasi ve sosyal dinamiklerine değinmek ve böylelikle daha sağlıklı bir analiz sunabilmeyi hedefledik. Eğer direk yardırmak isterseniz bu kısmı atlayabilirsiniz.
Öncelikle Roma inanılmaz derecede politik bir devlet. Doğal olarak aristokrat soydan gelen birinin pek de bir seçim şansı kalmıyor. “Auctoritas” diye kullandıkları bir kelime var, İngilizce otorite kelimesi auctoritas'tan gelir ama tam anlamını karşılamaz. Auctoritas sadece otoriteni değil ayrıca itibarını, nüfuzunu, şöhretini, karizmanı da kapsıyor. Ve Roma Cumhuriyeti'nin üst sınıflarında doğan bir erkek için, auctoritas'ını artırmak tartışmasız birincil hayat amacıydı. Bunu yapmanın da iki ana yolu vardı: siyasi makam kazanmak ve askeri şan kazanmak.
Anlamanız gereken ilk şey, Roma'nın çok yeni bir güç olduğu. Tiber Nehri kıyısında küçük bir cumhuriyetken sonraları İlk kez Sicilya'yı fethetmek için İtalya yarımadasını terk ediyorlar ve hızlı bir gelişimle tüm Akdeniz'i -günümüzdeki Yunanistan, Türkiye, Güney Fransa ve İspanya, Sardunya, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır ve daha fazlası- kontrol etmeye başlıyorlar. Sınırlar bu denli hızlı bir şekilde gelişirken siyasi sistemleri ise hala İtalya'daki küçük bir şehri yönetmeye yönelik ve üç kıtada toprakları olan bu devasa çok etnikli yapıya uygun değil.
Roma Cumhuriyeti'nin üç hükümet kolu vardı. İlk bahsedeceğimiz “Senato” ki muhtemelen duymuşsunuzdur ancak ABD senatosu gibi değil. 300 ila 600 üyeden oluşan bir organ. Kesin sayısı dönemlere göre değişiyordu ve bunun nedeni senatörlerin halk tarafından seçilmemiş olması. Senato üyeleri kariyerlerinde biraz ilerlemiş ve siyasi hedefleri olan zengin elit kesimden gelenlerden oluşuyordu. Senatoya kabul edildikten sonra ciddi şekilde sınırı aşacak kötü bir şey yapmadığın sürece de ömür boyu orada kalıyorsun. Senato, merkezi siyasi organ ve Roma siyasetinin kalbiydi. Çoğu gün bir araya gelinip mevzuat tartışılır, dış ilişkiler yürütülür, bölgesel valiler vs. burada seçilirdi.
İkinci kol “Magistratus”, yani yargıçlar temelde yürütme koluydu. Birçok farklı türde magistratus vardı. Askeri tribünler gibi oldukça düşük seviyelerle başlayıp Quaestorlar, Edialler, Pleb Tribünleri, Praetorler ve piramatin en tepesindeki Konsüllüğe kadar uzanıyordu. Konsüllük, Roma hükümetinde sahip olabileceğiniz en yüksek pozisyon, bir nevi başkanlık gibi ancak aynı anda iki tane başkan var. Bir praetor veya konsül olduktan sonra büyük ihtimalle Roma'nın fethettiği bölgelerden birini yönetmek için gönderilirsin. Genelde önce düşük seviyeli bir magistra olarak başlar sonra senatör olursun, senatörler de sonunda daha yüksek seviyeli magistralıklara seçilip gerçekten başarılı olursa praetor veya konsüllüğe terfi edip sonra da vali olarak atanırdı. Yani magistratuslar, senatörler tarafından tutulan geçici pozisyonlar diyebiliriz. Orduyu yönetip kamusal yapıların inşasını denetleyip kamusal festivaller düzenleyebiliyorlar, hatta hükümetin günlük yönetimini de denetliyorlar. Her pozisyonun süresi de yalnızca bir yıl sürüyor. Yani sadece bir yıl konsülsünüz, bir yıl valisiniz. Önceden bahsettiğimiz, Roma sisteminin küçük bir şehir devleti için dizayn edilmesi mevzusu tam olarak burada görülüyor. Yani, eyalet İtalya'da bir yer olduğunda sadece bir yıl vali olmak sorun değil fakat eyalet o zamanlar Asya olarak adlandırılan günümüz Türkiye'si ise ve oranın dilinden geleneklerinden vs. bihabersen her şeyi çözüp bir yıla sığdırabilmek imkansıza yakın bir olay.
Hükümetin üçüncü kolu ise halk meclisleriydi. Bunlar, Roma Cumhuriyeti'ndeki tüm yetişkin erkek vatandaşlardan oluşan oylama organları diyebiliriz. Bu meclislerin aslında yasa çıkarma yetkisi var ve bu yasama da genellikle senato tarafından onlara veriliyor. Yani senatonun da yasama üzerinde da çok fazla gücü vardı, ancak yine de meclis bu tavsiyeye uyma zorunluluğu da yoktu. Magistratusları da seçerlerdi ve bu halk meclisleri kalıcı değildi, sadece önemli bir şey hakkında oy vermek için bir araya gelen vatandaşlardı. Senato kasıtlı ve açık bir şekilde üst sınıflardan seçiliyordu ancak halk meclisi bu şekilde değil. Roma'da hükümetin halkın iradesini yansıtması gerektiği yönünde bir düşünce vardı çünkü Roma bir cumhuriyetti. Asıl terim olan “Res Publica” ki bu tam anlamıyla kamusal bir şey/kuruluş anlamına geliyor. Bir monarşi/krallık özel bir yapılanmaydı, temelde kralın çıkarı için yönetilirdi ancak Res Publica kamusal bir kuruluştu ve amacı herkese hizmet etmekti.
Bu hükümet sisteminin küçük bir şehir devleti için uygun olduğu konusunda bir başka örnek verelim. Açıkladığımız üzere senatonun elinde büyük bir güç var. Küçük bir cumhuriyetken biraz zenginleşip yükselmeye başladığında, insanlar merkeze göç etmeye başlıyor. Bu duruma ise soylular şöyle bir ayar çekiyor "Tamam gelip Roma'nın bir parçası olabilirsiniz, vatandaş olabilirsiniz, oy kullanabilirsiniz ancak biz de çıkarlarımızı korumak adına bir hükümet koluna sahip olacağız. Böylece zirvedeki yerimizi sağlama alacağız çünkü sizden önce ilk biz buradaydık." Yani, evet yeni gelenler onlara katılıyor ve halihazırda orada bulunanların daha fazla hakkı olması doğal bir durum. Ama mesela Anadolu’da doğduysan, hiç Roma'ya gitmediysen, hiç Latince bilmiyorsan ve Roma tarafından fethedilmişsen, o zaman seni vergilerle dibine kadar sömüren bu Roma Senatosu olgusu garip kaçıyor.
Bir devletin işleyişi için hassas ayarların bulunması, doğru sistemlerin oturtulması çok kritik ve çok zorlu bir iş. Bu yüzden bir sistem tutuyorsa, devam ediyorsa, aksamıyorsa aynı şekilde devam ediyorlar. Burada gerekli önlemlerin kestirilip gerekli sistemlerin oturtulmasında akıl gücü devreye giriyor. Tam teşekküllü bir akılın devrede olduğu sistemin oturtulması süreciyle, akıl kırıntısının devrede olduğu sistemin oturtulması süreci arasında bile aslında görebilen için ciddi kalite farkı var ve bunlar da göremeyen insanlar için zamanla defoları ortaya çıktıktan sonra görülmeye başlanıyor. Önemli olan sorun büyümeden sorunu görüp önlem alabilecek kadar akıllı olmak.
Roma bir cumhuriyetti evet ama parası ve gücü olmayanın sanıldığı gibi o kadar da etkisi yok. Cumhuriyet deyince sokaktaki sıradan insan, sandıkta herkesin oyunun aynı ağırlıkta olması gibi bir şey zannediyor. Ama burada zengin ve aristokrat olanın oyunun daha kıymetli olduğu bir sistem var. Belirli magistratusların seçiminde aristokratlar arasında az buçuk oy birliği varsa diğerlerine sıra bile gelmiyor, öyle bir sistem. Yani içinde bulunduğumuz dönemle tarihi yorumlamamak lazım, her dönemin çağın kendi hakim paradigması vardır. Bize günümüzde çok basit ve sıradan gelen bir şey o dönemde çok çok büyük bir olay olabilir. Mesela köleliğin olmayışı üzerinden düşünebilirsin, o dönemde yaşamış kişilerin yazdıklarından köleliğe bakışın şimdikinden çok daha başka olduğunu görebilirsin. Belki bizden yüzlerce yıl sonra yaşayan insanlar da bizim normal karşıladığımız bazı şeylerin çok saçma olduğu düşünecek.
Aile ve Yetiştiriliş
Sezar Roma'nın aristokrat sınıfına mensup bir ailede – Julius ailesi- doğuyor. Ailesi Roma’nın en eski patrici (asil) ailelerinden biri olup, kökenlerini mitolojik Truva kahramanı Aeneas ve tanrıça Venüs’e dayandırıyorlar. Ancak ailesi o dönemde Roma’nın en güçlü ailelerinden biri değil. Yani soylu ama mali ve siyasi güç açısından zayıflamış bir aile. İyi miktarda mülkleri ve arazileri var, bu da onların hala üst sınıf olarak kabul edilmelerini sağlıyor ancak bir taraftan da ciddi nakit sıkıntıları yaşayan bir aile. Bu sebeple Sezar, Subura adlı alt-orta sınıf bir mahallede çok sayıda göçmen, yabancı ve oldukça sıradan insanlarla birlikte büyümüş. Politik kariyerinde de genelde popülist bir politika gütmüştü; bunda başarılı olma sebeplerinden biri de büyüdüğü ortamda edindiği gözlem şansı olabilir. Babası mütevazı bir yönetici ve senatörken annesi Aurelia, güçlü bir karaktere sahip ve muhtemelen Sezar’ın yetişmesinde önemli bir rol oynuyor. Çoğu aristokrat çocuğu gibi okula gitmek yerine evde özel ders alma durumu var. Tabii bu da elit bir Roma eğitimi -dönemin aristokrat çocukları için elzem olan güçlü bir retorik/hitabet, ayrıca yunanca, felsefe, tarih ve edebiyat dersleri- demek oluyor. Antik Roma'da, erkek çocuklar büyüdükçe babalarıyla daha fazla zaman geçirmeleri bekleniyor, bu yüzden Sezar da babasının forumlara ve senatoya gitmesine, bu sayede de siyasi hayata katılımlarına eşlik etmiş olma ihtimali yüksek.
Süper Mobilizasyon
Bildiğimiz üzere Sezar ömür boyu güç peşinde koşuyor, her durumu ve unvanı daha büyük bir güce ulaşmak için kullanmaya çalışıyor. Bu kadar yüksek askeri dehası olan kut kırıntısına da sahip yetenekli bir adam neden bu kadar hırslı bir şekilde askeri şan ve siyasi statü peşinde koştu? Basitçe cevaplarsak çok zeki ve departmansal olarak sağlam olup hakikati bulamayan çok insan var, çünkü bu ikisi birbirinden ayrı olaylar. Fakat bunun üzerine biraz daha detaylandırma yapalım. İnsan hayatında hakikati bulmak ve departmansal yetkinlik her zaman kol kola gitmiyor. Bu mevzuda da sosyal şartlanma doğrudan etkili oluyor diyebiliriz. Bugünün dünyasına göz attığımızda modernleşme ve küreselleşmenin getirdiği süper mobilizasyon sebebiyle alt sınıf için yükselme -dikey/sınıflar arası geçiş- cazip bir seçenek olarak sunuluyor. Bunun medyayla pompalanması ile de milyonlarca insan iyi bir iş-kariyer peşinde hiyerarşide yükselip önemli bir konuma gelme hayaliyle yanıp tutuşuyor ve yıllarca bunun için emek veriyor. Aileleri tüm güçleriyle onlara maddi manevi destek oluyor. Sonrasında rekabet dolu iş hayatında yükselmek, daha iyi statü sahibi olmak, daha çok dünyevi zevklere ulaşmak için canla başla çalışmak normal bir birey için toplumsal bir norm olmuş durumda. İnşaat ustası, berber, sanayide usta olma gibi idealler asla söz konusu değil, kimse çocuğuna bunları konduramıyor.
Eski toplumlarda, modern devlet yapısında gözlemlenen statü olarak farklı birçok basamağa denk gelen dereceler yoktu. İnsanların %90’ına yakını çiftçiydi ve bunu değiştirmek adına da bir idealleri yoktu. Çok ekstrem bir durum olmadığı sürece aileden gelen miras sürdürülürdü. Toplumun çok düşük bir yüzdesine denk gelen toprak ağalığı veya kabile liderliği gibi yönetici pozisyonları da mirasla alınıp aktarılıyordu. Siyasi açıdan reayaysan bunu değiştirme imkanın ekstrem durumlar haricinde pek yoktu. Ailesi çiftçilikle geçinen birisi, çocuk yaştan itibaren gelecekteki mesleğini bilirdi; bu kişinin içinde bulunduğu şartlar, ekonomik durumunu veya faaliyetini değiştirebileceği herhangi bir ufuk sunmadığı için değişiklik yapmaya yönelik bir uğraşı, hırsı, hedefi olmaması çok normaldi. Fakat süper mobilizasyon ile insanların tek bir hayat içinde bile birçok defa bulundukları konumlarını, yerlerini, değerlerini değiştirdiklerine de tanık oluyoruz. Bu yarışta daha da yükselmek için canhıraş çabalamanın da toplumun büyük çoğunluğunun birincil hayat amacı olduğunu görüyoruz. Roma aristokrasisini de incelediğimizde kişiler arasında küreselleşmenin getirdiği günümüzdeki rekabete benzer -ama tam olarak aynı olmayan- büyük bir rekabetin varlığına şahit oluyoruz. Nobilitas yani soylu sınıfına mensup olmak seni direkt olarak güçlü yapmıyor. Soylu bir aileden gelmek statü yükselişi için şart olsa da askeri-siyasi başarıların da olması gerekiyor. Dignitas/itibar ve gloria/şöhret en büyük değerler olarak halk nezdinde kazanılacak prestijde önemli rol oynuyordu. Sezar da sürekli olarak bireysel güç hırsı ve ailesinin de statüsünü yüksek tutmak için bu unsurları beslemek zorundaydı. Nasıl bugünün modern dünyasında karizma-haz-para-güç-statü peşinde koşan milyonların yaptığı işi asla sorgulamaması, gaflet içindeki yaşayışları mümkünse; Sezar da benzer bir oyunu aristokrat şekliyle kabul etmiş olabilir. Yani herkes bu güç kazanma yarışını oynuyordu fakat bu oyunu neden oynadığını asla sorgulamıyordu. Sezar da bunun üzerine belki hiç düşünmemiş bile olabilir. Caner Taslaman’ın “Ruhun Yedi Çığlığı” kitabından şöyle bir alıntı yapalım:
Costly Signaling
Sezar’ı inceleyince göze çarpan şeylerden birisi de kitleye kendini iyi pazarlayabilmesi. İlk olarak Bitinya bölgesinden dönüşte korsanlar tarafından kaçırılmasındaki durumu idare edişine değinelim. Bu bir rivayet tabii ki. Korsanlar 20 talent altını fidye olarak isteyeceklerini söylediklerinde kendisinin daha değerli olduğunu söyleyerek 50 talent altın istemeleri konusunda ısrarcı oluyor. Şimdi bu irrasyonel tavrın arkasındaki neden costly signaling’in önemini çok iyi anlaması. Costly signaling de bir şeye yüklediğimiz anlam ve önemin onun bize mal oluş boyutuyla doğrudan orantılı olmasıyla ilgili. El emeği bir çizimin dijital bir fotoğraftan değerli oluşu gibi, ya da el işçiliğiyle yapılmış bir halının fabrika çıkışlılardan çok daha değerli oluşu gibi. Benzer şekilde online bir uygulamada birini randevuya çağırmakla yüz yüzenin aynı olmayışı gibi. Bu nedenle sıradan birisi fidyeyi düşürmenin hayatta kalma şansını arttıracağını düşünür –ödeme şansı daha yüksek olacaktır- ancak Sezar diğerlerinin gözündeki değerini yükseltmenin hayatta kalma şansını arttıracağını biliyor. Yani korsanlar ödül ne kadar büyük olursa Sezar’ın ölmemesi için o kadar çabalayacaklar. Bu tabii ki Sezar’ın buluşu değil, doğada bile birçok örneği var. Mesela hayvanlarda ceylanlar gözdağı vermek için çok enerji harcatmasına rağmen yüksek sıçrayışlar yaparlar, bunun avcıya verdiği mesaj “ben diriyim, benimle boşuna zamanını kaybetme”dir. İnsanlarda da biri gereksiz bile olsa varlıklı olduğunu ispatlamak için aşırı pahalı bir saat takabilir. Ya da çok zor kazanılmış bir diploma kişinin eğitim düzeyini ispatlayıp zeki, çalışkan, azimli olduğuna yönelik deliller sunar. Ekstrem sporlarla uğraşıyor olması disiplinli, cesaretli olduğunu vs. gösterir. Birçok dinde tanrıya bağlılığın sembolü olarak fedakarlıklar istenir, rahibelerin ve papazların iffet yemini edip evlenmemesi gibi.
Sezar bu costly signaling mevzusunu hayatı boyunca sık sık kullanarak kendi değerini başkalarının algısında sürekli olarak yüksek tutmayı başarıyor. İşte parası olmasa bile henüz daha hiyerarşide çok yukarıda olmayan ama kendini göstermeye elverişli bir mevki olan aedile iken hayvan gibi borca girip -31 milyon sestertii, Sezar’ın yıllık gelirinin yaklaşık 60 katı- halka açık festivaller ve ziyafetler vermesi de bu sebeple. Diğer liderlerin cüret edebildiği miktarın çok çok üstünde. Popülarite ve statüsünün yükselmesini daima ön planda tutuyor. Genç kadınlar için pek cenaze töreni yapılmadığı dönemde yine status quo’yu değiştirip eşi Cornelia için gösterişli bir tören düzenliyor. O dönem için inovatif olan bu hareket ileride toplumda sık kullanılan bir norma dönüşüyor.
Costly signaling’in en büyük örneklerinden birini de Hispania’dan dönüşte Triumph’ı reddedişinde görüyoruz. Triumph/Zafer alayı olağanüstü askeri hizmet sonucu Roma topraklarını genişletmiş generallere verilirdi. Adamların seni aday gösterdiği takdirde senatoya başvurup defne çelengi takarak Roma'ya girebilir ve elde edilen ganimetlerin sergilendiği büyük bir geçit töreninde başarını tüm halkın önünde kutlardın. Sezar'ın adamları onu bir zafer için aday göstermişti ve senato da bunu ona vermeye meyilliydi. Tahmin edeceğiniz üzere bir Triumph auctoritas'ına inanılmaz katkıda bulunurdu. 300-500 senatör varsa bunların çok çok azı Triumph kutlama şerefine erişmiş olurdu. Yani Triumph, herhangi bir Romalı politikacı için siyasi ve askeri kariyerlerinin gerçek anlamda ulaşabileceği en zirve nokta. Modern dünyada aklınıza gelebilecek Nobel yahut Oscar gibi ödüllerden çok daha yüksek bir şey. Fakat senatoda Sezar’ın konsül olmasını istemeyen bir kesim yaptıkları ayak oyunuyla Sezar’ı Triumph ya da konsül adaylığı arasında seçim yapmak zorunda bıraktı. Triumph’ı reddetmek o dönem için o güne kadar asla olmamış ve hayal bile edilemeyecek bir karar. Evet, Triumph’ı elde ettiğinde popülaritesini kat be kat arttıracaktı fakat Triumph’ı reddeden tarihteki tek kişi olmak onu bambaşka bir seviyeye çıkardı. Kısaca en büyük ödülü reddedebilecek kadar güçlü olmak onu halkın gözünde efsane yaptı.
Kitle Dinamiklerine Hakimiyet
Peki askerleri neden taparcasına onu koşulsuzca her yere takip etti? Kritik anlarda insanları nasıl ikna edebildi? Burada insan psikolojisindeki ustalıklarına biraz değinelim. Bir kere aristokrat bir aileden gelse de yetiştiği bölge Suburba’nın öyle olmadığını belirtmiştik. Yani alt sınıf insanlarla iç içe bir şekilde yetişiyor ve bu da çoğu soylunun aksine onların şartlarını ve dinamiklerini anlamasını sağlıyor. Bir keresinde Ali Koç’la ilgili anlatılan bir olayda köpeğinin çok havlamasından şikayetçi olan bir çalışana “bahçeye çıkarsanıza rahatlarsınız” tarzında cevap vermiş. Yani adam çalışanların neredeyse hepsinin sitelerde katlı apartmanlarda oturduğundan bile bihaber. Olay doğru da olabilir yanlış da fakat sizin şartlarınızdan haberi olmayan birini, size empati yapamayan birini lider olarak görmeniz çok zordur. Sezar bunun tam tersi. Askerlerini ve geldikleri şartları tanıyor, gerektiğinde onlardan biri gibi davranıyor, onlarla aynı zor koşulları paylaşıyor. Onlara kendilerini değerli hissettiriyor. Maaşlarını fazla fazla ödüyor, en iyi zırhları ve silahları temin ediyor. Onları şımartmak adına birçok şey yapıyor. Krizdeki sert disiplin dönemi haricindeki hatalarında büyük cezalar vermiyor. Onlara askerlerim yerine “yoldaşlarım” diyerek sesleniyor.
Yani soylu olmasına rağmen halkla iç içe birisi. Onların arasına karışıyor ve kendini soyutlamıyor. Böylece halkın gözünde "kendilerinden biri" gibi görünmeyi başarıyor. Bunun yanında kritik anlarda ordusunu ateşlemeyi iyi biliyor. Mesela ordusunun önünde savaşa girdiği birçok savaş var. Kendisini tehlikeye atmaktan asla kaçınmıyor. Örneğin Alesia’da da Galya kuvvetleri, kuşatmayı yarmak için Roma hatlarına eş zamanlı olarak hem içeriden hem dışarıdan saldırdığı sırada Roma savunmasını kırmaya çok yaklaşıyorlar. Germen paralı askerleri geri çekilmeye başlıyor falan. Sezar tam bu noktada kırmızı pelerini takıp seçkin süvari birliklerinin başına geçip savaş alanında bizzat yer alıyor. Bu tip kritik savaşın belirleyici noktalarında devreye girip Romalı askerlere moral aşıladığı ve "ölümüne savaş" motivasyonunu verdiği örnekler mevcut. Bu gibi şeyler askerleriyle ayrı bir bağ kurmasını ve askerlerinin onu koşulsuz takip etmelerini açıklıyor. Sanırım bu konuda halkın anlayabileceği dilden, sade ama etkileyici bir şekilde konuşmasının da payı var. Avukatlık yaptığı dönemde de halka açık davalarda yaptığı pratiklerde retoriğini geliştirmiş. Kelimeleri dikkatle seçerek, duygusal bağ kuran ve insanları harekete geçiren bir hitabet yeteneği var gibi görünüyor. Örneğin, Senato’daki rakipleri karmaşık ve soyut konuşmalar yaparken, Sezar basit ve güçlü sloganlarla akıllarda kalmasını başarıyor.
Stres Altında Erimemek / Metaneti Korumak
Sezar’ın bir diğer etkileyici özelliği de şartlar kötüye gittiğinde paniğe kapılmaması. Ekstrem durumlarda mümkün mertebe duygularının esareti altında kalmıyor. İster bozguna uğrasın, ister kuşatma altında kalsın, ister korsanlar tarafından kaçırılsın sakin ve kararlı kalabiliyor. Dyrrhachium Savaşı’nda Pompey’in kuvvetleri Sezar’ın ordusunu büyük bozguna uğrattığında “Bugün düşman zafer kazandı ama bizi yenemedi” diyerek moral vermeye devam ediyor. Devamında Pharsalus’ta sayıca çok az olmasına rağmen Pompey’i mağlup ediyor. Benzer şekilde Gergovia’da kaybettiğinde devamında Alesia’da büyük bir zafer alıyor. Pompey de mesela Roma tarihinin en büyük generallerinden birisi, fakat Pharsalus’ta Sezar planını anlayıp sağ kanattan gelen atağı çökerttiğinde ve kaybedilen momentumda ordusunu geri toplayamıyor. Evde kahvemizi yudumlanın rahatlığında Pompey’i eleştirip aslında Sezar gibi davranmanın ne kadar doğru olduğunu, biz de olsak öyle yapacağımızı falan düşünebiliriz elbette. Mike Tyson’ın meşhur sözü var hani “Ağzının ortasına yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı vardır.” diye başlar ve “Sonra bir fare gibi korkudan durup donakalırlar” diye devam eder. İşte donmamak, bunun yerine soğukkanlılığını korumak ve yeniden kendini toparlayıp sağduyulu davranabilmek aşırı zor bir beceri. Üstüne çokça çalışıp pratik yapıp kendini zor şartlarda eğitmiş olmayı gerektiren bir olay.
Peki bu nasıl yapılabilir? Fikir vermesi açısından bir kaç şey yazalım. Sezar da aslında birçok yumruk yiyor ve bocalıyor, sakinliğini kaybediyor. Mesela Gergovia'da kaybettiğinde hata üstüne hata yapmaya başlıyor. Tabii rakipleri de aşırı özgüvenli hissedip birden daha da kötü hatalar yapıyor ve bu da onun yeniden toparlanıp Alesia'da zafer kazanmasında etkili oluyor. Ancak şu da net ki Sezar da bir süreliğine sakinliğini kaybediyor. Yani onu farklı kılan çelikten sinirlerinin olması falan değil. Bu adam da bir insan ve korkuyor, şaşkınlık geçiriyor vs. Ne kadar iyi hazırlanırsan hazırlan, ilk kez büyük bir başarısızlık yaşadığında bu büyük bir şok etkisi yaratıyor. Muhtemelen donup kalıyorsun, rasyonelliğini kaybediyorsun ve bir şekilde kötü tepkiler veriyorsun. Bunu tamamen engellemeye çalışmak insan olmamızdan ötürü beyhude bir çaba gibi duruyor. O halde yapabileceğiniz en iyi şey başarısızlığa alışmak ve tekrarlanan pratik deneyimlerle nasıl tepki vereceğimiz konusunda ustalaşmak. Bir de bunu düşük riskli bir ortamda yaparsan, yüksek riskli bir ortamda başarısızlıkla başa çıkmak için daha iyi hazırlanmış olursun. Daha az yara alarak başarısızlığın getirdiği kötü duygularla mücadele etme konusunda kazanımlar sağlarsın. Saha görevi şimdi gözüne bir başka gözükmüş olmalı. Tcma sana reddedileceğin sayıya dair bir hedef belirletip işin psikolojik dezavantajını avantaja çevirmeni sağladı. Normalde başarısızlıktan kaçınmaya programlıyken birden kendini onu arar halde buldun. Başarısızlıktan çekinmediğinde kendini ortaya daha rahat koyabilme cesaretini buluyorsun çünkü en kötü ihtimalle belirlediğin hedefe daha çok yaklaşmış olacaksın, win durumu. Beyninin başarısızlığa verdiği tepkiyi daha sağlıklı hale getirdiğinde bu hayatının her noktasına sirayet edecek. Atıyorum mesela satış işi yapıyorsan daha çekinmeden yapacaksın, normalde müşteriyi kaybedecekken pozitifliğin ile durumu çevireceksin. Yahut sosyal ortamda bir dişi olumsuzlukla test ettiğinde umurunda bile olmayacak ve testi geçeceksin. Son olarak da Michael Jordan’ın sözüyle konuyu kapatalım. “Basketbol kariyerim boyunca 9.000’den çok şut kaçırdım. Nerdeyse 300 maç kaybettim. 26 kez maçı kazandırmak için son şut bana verildi ama kaçırdım. Yaşamımda tekrar ve tekrar başarısızlığı tattım. Ve işte, bütün bunlardan dolayı da başarılı oldum.”
Sabrın Önemi, Amaca Odaklanmak ve Şans Faktörü
Dikkat çeken noktalardan biri de Sezar gibi tarihte derin iz bırakmış bir liderin bile en üst düzeyde kendini kanıtlama şansı elde etmesi için 40 yaşına kadar beklemesi gerekmiş. Yani bu adam 40 yaşında ölseydi bırakacağı etki şuan bıraktığı etkinin yanından bile geçmezdi muhtemelen. Tüm zamanların en zeki ve yetenekli, dahi liderlerinden birinin bile Roma'nın ilk adamı olma hedefini başarması 40'lı yaşlarına kadar sürmüş. Sezar'ın hikayesine baktığımızda ne kadar dahi olsanız da, stratejiniz harika da olsa bazen amacınıza ulaşmanız zaman alabilir. Hayat şartları fırsatları karşınıza daha geç çıkarabilir.
Sezar’da gördüğümüz bir diğer olay da amacını ve ne istediğini iyi bilmesi, dikkat dağıtıcılara pek kapılıp gitmemesi. Sezar’ın amacı batıl da olsa bu ibret alabileceğimiz bir özellik. Bu basit görünen ama güçlü bir mantalite. Yan maceralar, bir kadına kaptırıp gitme –Mesela Sezar’ın ölümünün ardından Kleopatra’nın Mark Anthony’e olan etkisi gibi-, gibi şeylerle dikkati pek dağılmıyor, çünkü hedefine odaklı yaşıyor.
Bir de bu kadar olaydan sonra -genç bir delikanlıyken Civic Crown takması, Roma onur madalyasını hak etmesi, korsanlar tarafından kaçırıldığında hayatta kalması, Crassus gibi birinin siyasi kariyerini finanse edebileceği bir zamanda gelmesi vs.- Sezar’ın şanslı birisi olduğunu düşünmek de abes olmaz fakat şöyle bir durum var. Aslında şanslı deyip geçmek sadece basite indirgemek olur, adama epey haksızlık etmiş oluruz. Diğer bir açıdan adam fırsatları iyi kullanıyor ve avantajına çevirebiliyor demek daha doğru olur. Fırsatlar herkesin önüne gelebiliyor ama herkes kullanamıyor çünkü ya doğru yerde olamıyorsun ya da olsan bile hazırlıksız ve meziyetsiz oluşun fırsatı kaçırmana neden oluyor. En basitinden çok gol atan santrforlara yapılan “beleşçi, balına top geliyor boş kale sallıyor hamuq aslında bir numarası yok” yorumu gibi. Lan diğerleri niye o kadar gol atamıyor o zaman diye sorarlar. Bu adamın pozisyon alması, önsezileri, topsuz oyundaki koşuları, vücudunu koordine edişi vs. diğerlerinden üstün olduğundan daha fazla şans yakalayıp değerlendiriyor olabilir mi? Sezar da dehası ve diğerlerine kıyasla hayatı daha iyi anlaması sebebiyle karşısına çıkan fırsatları oldukça iyi değerlendiriyor, zor durumları avantaja çevirebiliyor. Yani aslında bunların şans olarak görülmesi daha çok adamda var olan yetenek ve becerilerin tezahürleri. 90’lı yıllarda bir basketbol maçını izlerken de topun sık sık Michael Jordan’a geldiğini fark edebilirsin. O anda gerçekten bu sana şans gibi görünebilir ama gerçekte olan şey takım arkadaşları tarafından Michael Jordan’ın yeteneklerine fazlaca güvenilmesi, onun duracağı yeri diğerlerinden iyi bilmesi ve oluşan pozisyonlardan da diğerlerine göre daha iyi faydalanabilmesi gibi faktörlerin birleşimi sonucu daha fazla inisiyatif hakkına sahip olması.
Cesur ve Temkinli Olmak
18 yaş Sezar için dönüm noktası. Cinna öldürülüyor ve Sulla iç savaş başlatıp kabus gibi bir diktatör oluyor. Direkt olarak Marius ve Cinna yandaşlarını öldürmeye başlıyor. Yüzlerce kişi öldürülüyor. Hatta kişilerin listesi yayınlanıp öldürecek kişilere ödüller vaad ediliyor ve öldürdükleri kişilerin mallarını alabiliyorlar. Kısacası büyük bir kaos çıkıyor ve Roma’da kan dökülmeyen bir yer kalmıyor. Kocalar karılarının kollarında, oğullar annelerinin kollarında katlediliyor. Neyse ki Sezar’ın ismi listede yok. Sebebi de o dönem yaşı daha çok genç ve henüz bir güç elde etmiş değil. Bu nedenle radar altı bir konumda. Yine de rahiplik unvanına –Flamen Dialis- sahip ve Cinna’nın kızıyla evli. Sulla boşanması ve kendi tarafından biriyle evlenmesi durumunda bir sorun olmayacağını söylüyor. Şimdi bunu bir sürü başka insana da söylüyor ve hepsi kabul ediyor. Boşanmak da Roma’da yaygın ve o kadar büyük olmayan bir olay, zaten kan gövdeyi götürmüş herkes canının derdinde. Boşanırsın sonra başka evlilik yaparsın ve işine bakarsın kafasında herkes. İşte tam da burada Sezar’ın özel olabileceğine dair ilk emareyle karşılaşıyoruz. Sezar Sulla’ya net bir şekilde siktiri çekip evliliğini sürdüreceğini belirtiyor. Neden? 2000 yıl öncesine gidip birinin kafasının içine girmemiz zor. Bu konuda birçok farklı yorum var ama görünen en mantıklı sebep şu. Adam istemiyor abi. Bir başkasının üzerinde kontrol kurmasından hoşlanmıyor. Sadece bir başkası ona bunu yapması gerektiğini söylediği için karısından boşanmış bir adam olarak yaşamaktansa hayatını riske atmak onun için daha cazip bir seçenek. Mutlak otorite olduğu konumda Sezar’ın boyun eğmemesi şokunu yaşayan Sulla da Sezar'ın rahipliğini elinden alıp idam edilebilmesi için tutuklanma emri çıkarıyor. Sezar da güneye kaçıyor fakat eninde sonunda yakalanıyor. Öldürülmemesi için annesi bağlantılarını kullanıp bir şekilde Sulla’yı ikna ettikten sonra Sulla da Sezar’da bir farklılık görmüş olacak ki “Bu çocuğun hayatı için yalvardınız ama ileride büyük bela olacak” tarzda bir uyarı yapıyor.
Sezar karakter olarak cesur ve atılgan birisi evet fakat Sezar’ın savaşlardaki hamlelerini doğrudan bu karakteristik özellikleri üzerinden tanımlayamayız. Sezar savaşta ne zaman dengeli gitmesi, ne zaman durması, ne zaman gözünü karartması gerektiğini kestirebilen ve kestirdiği şeyi uygulayabilen birisi. Her duruma gösterilmesi gereken tepki birbirinden farklıdır; bunu kestirebilecek hayat tecrübesine ve farkındalığa sahip olup gerekeni yapmak gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla Sezar tam da bunu yapıyor. Hem belirli bir tecrübe ve farkındalığa sahip hem de kriz anlarında o anın duygularına kolay kolay kapılıp gitmiyor, kafası karışmıyor. Bu yüzden de bunu etkili şekilde yapabiliyor. Mesela Galya’da bazen Sezar’ın bilmediği ve ne çıkacağını kestiremediği yerler karşısına çıkıyor. Aptalca atılgan olmak lazım diye atlasaydı perişan olması muhtemeldi, çünkü ordusu hem o girmeye çalıştığı yere örneğin bir Galya ormanına uygun değil, hem Galyalılar o bölgelere detaylarına kadar hakim olduğu için çok avantajlı. Fakat Sezar bu durumlarda durup beklemeyi ve durumun ne olduğunu kestirip öyle hamle yapmayı tercih ediyor. Mesela sonraki dönemlerde Teutoburg Ormanında Romalıların yaşadığı hezimetin ihanet haricindeki diğer sebebi bilmedikleri bir bölgeye doğru düzgün önlem alınmadan ve ne olduğu kestirilmeden girilmesiydi. Sezar da eğer temkinli olmasaydı benzer şeyler yaşayabilirdi. Diğer taraftan Sezar gerektiğinde ordusuyla beraber onları cesaretlendirmek için ön saflara atılabilen, saldırma imkanı bulunca şartlar müsaitse hızlıca gerekenin yapılmasını isteyen bir komutan. Genel hatlarıyla bakınca aslında çok atak ve gözü kara, fakat mevcut durumun ve doğru hamlenin ne olduğunu kestirebilen ve buna göre gerektiğinde durmasını bilen birisi. Tabii ki savaşta Sezar’dan konuşacaksak dehasına değinmemek olmaz. Sezar’ın savaşta bir dahi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zeki insanla dahi insan arasında ürünlerde görülebilecek bariz farklar olur, mesela Alesia Kuşatmasında ördüğü ikinci duvar bunun bir işaretidir. Bu dehasının farkında olmasını ve belki dışarıdan delice görünecek şeylerin tutacağını kestirebildiği için gözü kara şekilde uygulamasını da tecrübesi ve sakin kalabilmesine eklemek lazım. Bu özellikleri savaşta Sezar’ı tanımlayan özellikler.
Betaların Aşağı Çekmesi ve Roma'nın Kral Travması
Sezar’la senato arasındaki ilişkilere baktığımızda pek çok defa senatonun Sezar’ın önüne set çekmeye çalıştığını, fazla sivrilmesini önlemeye çalıştığını görüyoruz. Bunun aslında iki temel sebebi var. Birincisi Roma’nın krallıktan cumhuriyete geçiş sürecinde yaşadığı travma. Roma bildiğimiz üzere krallık olarak kuruldu. Sonraki dönemlerde son kral Tarquinius Superbus (Kibirli Tarquinius)’un baskıcı yönetimi ve bardağı taşıran damla olarak da oğlunun Romalı soylu bir kadın olan Lucretia’ya tecavüz etmesi halkı isyana sürükledi ve halk kralı kovdu, cumhuriyet ilan edildi. Bundan sonra kral kelimesinden hep korkuldu, güç dengesi için bir sistem kuruldu. Sezar’ın evlatlık oğlu ve cumhuriyet döneminden sonra Roma’nın ilk imparatoru Augustus bile kral (rex) unvanını kullanamadı, princeps (birinci vatandaş) ünvanını tercih etti. Birinin değil kendine kral demesi, öyle davranmaya başlaması bile halkta bu travmayı tetikleyen bir şeydi. Yani birinin sivrilmesine duyulan korkuyu biraz Roma’nın bu gibi kendine has şartları içinde de aramak lazım. Sezar’ın çok güçlenmesi ve iyice tek adamlığa giden hamleleri bu travmayı tetiklemiş ve senatoyu Sezar’ın gücünü sınırlama/kesme çabasına itmiş olabilir; sonraki dönemlerde suikast planlarının yeşermesine sebep olan şeylerden biri de muhakkak ki tarihi hafızadan gelen bu korku.
Sezar’ın her türlü krallık imasına halk da çok ciddi gerek pasif gerek aktif tepki gösteriyor, genel olarak diktatörlüğe meyleden herkese bu tepki gösteriliyor. Bunun sebebini de yukarıda açıkladık zaten. Buradan başka bir konuya da değinelim. Romalıların bir kutsal günü sırasında Sezar kenarda oyunu izlerken yakın adamlarından Marc Anthony gelip Sezar’ın kafasına taca benzeyen bir şey takıyor, Sezar 2-3 kere reddediyor ve halk coşkuyla alkışlıyor bu olayı. Bu çok büyük ihtimalle bir nabız yoklama işlemi. Mesela günümüzde de bir şey yapılması düşünülüyorsa önce çok da yükseklerde olmayan biri aracılığıyla bu iş dile getirilip halkın buna tepkisine bu durum üzerinden bakıyorlar. Halk olumlu tepki verirse devam ama halkın tepkisi olumsuzsa çıkıp bizim böyle şeylerle işimiz asla olmaz vb. açıklamalarla devam ediyorlar. Nabız ölçüyorlar kısaca. Sezar’ın olayını da böyle düşünebiliriz. Muhtemelen orada bir nabız yoklamak istedi, halk tacı görüp korku emareleri gösterince kıvırdı hemen. Belki de sadece kitle önünde şov yapmak istedi.
Sezar’ın engellemeye çalışılmasının ikinci temel sebebi de güç açlığının, politik oyunların, statü edinme çabalarının had safhada olduğu Roma politikasında birinin fazla sivrilmesini istememek, sivrilen insana duyulan korku ve kıskançlık. Mesela kadınlar her zaman sahip olduğun şeylere tav olmazlar, bazen de sahip olma potansiyelinde olduğun şeyleri görüp sana erkenden yatırım yapmak isterler. Bunu ileride değerlenecek bir arsayı uygun fiyattan satın almak gibi düşünebilirsin. Betalar da aynı içgüdü ile davranırlar. Onların seni aşağıya çekmeye uğraşmaları için bir alfa olmana gerek yok, bunun potansiyelini dahi barındırman onları kudurtur. Çünkü alttan alta senin olduğun seviyeyi farkederler. Kendileri o seviyede olmadıkları için çıldırır ve seni aşağıya çekmek için türlü davranışlarda bulunurlar. Lisedeki bir sınıfta bu davranışların çoğundan kendileri de bihaberdir, farkında olmadan refleksif olarak seni baltalamaya çalışırlar. Politikada da durum benzerdir, tek fark ise orada her şey kasıtlıdır ve hesaplanarak yapılmaktadır. Günlük hayattan, betalardan zaten sivrilen insana duyulan müthiş korku ve kıskançlık hissini, bunun getirisi olarak iblisin de gazlamasıyla betanın otomatik olarak verdiği aşağı çekme tepkisini hepimiz gözlemliyoruz. Bu çok küçük olaylarda bile yaşanıyor, bir de Roma’nın o dönem en büyük güç olduğunu ve Roma politikasının dünyadaki gücün merkezi olduğunu da hesaba katın. Tabii ki güç açlığından doğan menfaatler için ayak oyunları ve kıskançlıklar inanılmaz seviyelerde.
Bold,Belikebond,Kai.
Öncelikle Sezar’ın etkisi ne derece büyük bunu anlayarak olaya başlayalım. Şu an 87 yaşında olan Simeon Saxe-Coburg-Gotha, 2001-2005 arasında Bulgaristan’da başbakanlık yapmış bir siyasetçi. 1943 yılında 6 yaşındayken kendisine “Çar” unvanı verilmiş. Bunun konuyla ne ilgisi var diyebilirsiniz ancak “Çar” - İngilizce yazılışı “Tsar”- kelimesinin kökeni Sezar'a -Latince yazılışı Caesar- dayanıyor. Latince telaffuzu da “Kaisar” ki bunu da Almanlar uzun süre unvan olarak kullandılar. Bizden bir örnek olarak Mehmet II de İstanbul’u fethedince Kayzer-i Rum unvanı alıyor, yani Roma’nın Sezar’ı. Ayrıca Kayseri vilayetinin de adı buradan gelme. Kısacası Sezar o dönem nasıl bir prestije ulaştıysa, soyadı artık çeşitli yerlere ismini vermiş, bir unvana dönüşmüş ve bu unvan zaman içinde farklı coğrafyalarda güç ve yönetimi somutlaştırmak için kullanılmış. Bu gibi bir kişiye özel şeylerin zaman içinde bir unvana dönüşmesi çok ilginçtir ve sanırım tarihte bunun en göze çarpan örneği de Sezar. Bunun olma sebebi de dediğimiz gibi artık o kişinin isminin kendini tanımlamaktan da öte bir gücü tanımlar hale gelmesinden kaynaklanıyor, yani Sezar o kadar etki etmiş birisiydi.
Roma Cumhuriyeti
Sezar’ın hayatını direk analize başlamadan önce Roma hakkında ufak bir ön yazı geçerek dönemin siyasi ve sosyal dinamiklerine değinmek ve böylelikle daha sağlıklı bir analiz sunabilmeyi hedefledik. Eğer direk yardırmak isterseniz bu kısmı atlayabilirsiniz.
Öncelikle Roma inanılmaz derecede politik bir devlet. Doğal olarak aristokrat soydan gelen birinin pek de bir seçim şansı kalmıyor. “Auctoritas” diye kullandıkları bir kelime var, İngilizce otorite kelimesi auctoritas'tan gelir ama tam anlamını karşılamaz. Auctoritas sadece otoriteni değil ayrıca itibarını, nüfuzunu, şöhretini, karizmanı da kapsıyor. Ve Roma Cumhuriyeti'nin üst sınıflarında doğan bir erkek için, auctoritas'ını artırmak tartışmasız birincil hayat amacıydı. Bunu yapmanın da iki ana yolu vardı: siyasi makam kazanmak ve askeri şan kazanmak.
Anlamanız gereken ilk şey, Roma'nın çok yeni bir güç olduğu. Tiber Nehri kıyısında küçük bir cumhuriyetken sonraları İlk kez Sicilya'yı fethetmek için İtalya yarımadasını terk ediyorlar ve hızlı bir gelişimle tüm Akdeniz'i -günümüzdeki Yunanistan, Türkiye, Güney Fransa ve İspanya, Sardunya, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır ve daha fazlası- kontrol etmeye başlıyorlar. Sınırlar bu denli hızlı bir şekilde gelişirken siyasi sistemleri ise hala İtalya'daki küçük bir şehri yönetmeye yönelik ve üç kıtada toprakları olan bu devasa çok etnikli yapıya uygun değil.
Roma Cumhuriyeti'nin üç hükümet kolu vardı. İlk bahsedeceğimiz “Senato” ki muhtemelen duymuşsunuzdur ancak ABD senatosu gibi değil. 300 ila 600 üyeden oluşan bir organ. Kesin sayısı dönemlere göre değişiyordu ve bunun nedeni senatörlerin halk tarafından seçilmemiş olması. Senato üyeleri kariyerlerinde biraz ilerlemiş ve siyasi hedefleri olan zengin elit kesimden gelenlerden oluşuyordu. Senatoya kabul edildikten sonra ciddi şekilde sınırı aşacak kötü bir şey yapmadığın sürece de ömür boyu orada kalıyorsun. Senato, merkezi siyasi organ ve Roma siyasetinin kalbiydi. Çoğu gün bir araya gelinip mevzuat tartışılır, dış ilişkiler yürütülür, bölgesel valiler vs. burada seçilirdi.
İkinci kol “Magistratus”, yani yargıçlar temelde yürütme koluydu. Birçok farklı türde magistratus vardı. Askeri tribünler gibi oldukça düşük seviyelerle başlayıp Quaestorlar, Edialler, Pleb Tribünleri, Praetorler ve piramatin en tepesindeki Konsüllüğe kadar uzanıyordu. Konsüllük, Roma hükümetinde sahip olabileceğiniz en yüksek pozisyon, bir nevi başkanlık gibi ancak aynı anda iki tane başkan var. Bir praetor veya konsül olduktan sonra büyük ihtimalle Roma'nın fethettiği bölgelerden birini yönetmek için gönderilirsin. Genelde önce düşük seviyeli bir magistra olarak başlar sonra senatör olursun, senatörler de sonunda daha yüksek seviyeli magistralıklara seçilip gerçekten başarılı olursa praetor veya konsüllüğe terfi edip sonra da vali olarak atanırdı. Yani magistratuslar, senatörler tarafından tutulan geçici pozisyonlar diyebiliriz. Orduyu yönetip kamusal yapıların inşasını denetleyip kamusal festivaller düzenleyebiliyorlar, hatta hükümetin günlük yönetimini de denetliyorlar. Her pozisyonun süresi de yalnızca bir yıl sürüyor. Yani sadece bir yıl konsülsünüz, bir yıl valisiniz. Önceden bahsettiğimiz, Roma sisteminin küçük bir şehir devleti için dizayn edilmesi mevzusu tam olarak burada görülüyor. Yani, eyalet İtalya'da bir yer olduğunda sadece bir yıl vali olmak sorun değil fakat eyalet o zamanlar Asya olarak adlandırılan günümüz Türkiye'si ise ve oranın dilinden geleneklerinden vs. bihabersen her şeyi çözüp bir yıla sığdırabilmek imkansıza yakın bir olay.
Hükümetin üçüncü kolu ise halk meclisleriydi. Bunlar, Roma Cumhuriyeti'ndeki tüm yetişkin erkek vatandaşlardan oluşan oylama organları diyebiliriz. Bu meclislerin aslında yasa çıkarma yetkisi var ve bu yasama da genellikle senato tarafından onlara veriliyor. Yani senatonun da yasama üzerinde da çok fazla gücü vardı, ancak yine de meclis bu tavsiyeye uyma zorunluluğu da yoktu. Magistratusları da seçerlerdi ve bu halk meclisleri kalıcı değildi, sadece önemli bir şey hakkında oy vermek için bir araya gelen vatandaşlardı. Senato kasıtlı ve açık bir şekilde üst sınıflardan seçiliyordu ancak halk meclisi bu şekilde değil. Roma'da hükümetin halkın iradesini yansıtması gerektiği yönünde bir düşünce vardı çünkü Roma bir cumhuriyetti. Asıl terim olan “Res Publica” ki bu tam anlamıyla kamusal bir şey/kuruluş anlamına geliyor. Bir monarşi/krallık özel bir yapılanmaydı, temelde kralın çıkarı için yönetilirdi ancak Res Publica kamusal bir kuruluştu ve amacı herkese hizmet etmekti.
Bu hükümet sisteminin küçük bir şehir devleti için uygun olduğu konusunda bir başka örnek verelim. Açıkladığımız üzere senatonun elinde büyük bir güç var. Küçük bir cumhuriyetken biraz zenginleşip yükselmeye başladığında, insanlar merkeze göç etmeye başlıyor. Bu duruma ise soylular şöyle bir ayar çekiyor "Tamam gelip Roma'nın bir parçası olabilirsiniz, vatandaş olabilirsiniz, oy kullanabilirsiniz ancak biz de çıkarlarımızı korumak adına bir hükümet koluna sahip olacağız. Böylece zirvedeki yerimizi sağlama alacağız çünkü sizden önce ilk biz buradaydık." Yani, evet yeni gelenler onlara katılıyor ve halihazırda orada bulunanların daha fazla hakkı olması doğal bir durum. Ama mesela Anadolu’da doğduysan, hiç Roma'ya gitmediysen, hiç Latince bilmiyorsan ve Roma tarafından fethedilmişsen, o zaman seni vergilerle dibine kadar sömüren bu Roma Senatosu olgusu garip kaçıyor.
Bir devletin işleyişi için hassas ayarların bulunması, doğru sistemlerin oturtulması çok kritik ve çok zorlu bir iş. Bu yüzden bir sistem tutuyorsa, devam ediyorsa, aksamıyorsa aynı şekilde devam ediyorlar. Burada gerekli önlemlerin kestirilip gerekli sistemlerin oturtulmasında akıl gücü devreye giriyor. Tam teşekküllü bir akılın devrede olduğu sistemin oturtulması süreciyle, akıl kırıntısının devrede olduğu sistemin oturtulması süreci arasında bile aslında görebilen için ciddi kalite farkı var ve bunlar da göremeyen insanlar için zamanla defoları ortaya çıktıktan sonra görülmeye başlanıyor. Önemli olan sorun büyümeden sorunu görüp önlem alabilecek kadar akıllı olmak.
Roma bir cumhuriyetti evet ama parası ve gücü olmayanın sanıldığı gibi o kadar da etkisi yok. Cumhuriyet deyince sokaktaki sıradan insan, sandıkta herkesin oyunun aynı ağırlıkta olması gibi bir şey zannediyor. Ama burada zengin ve aristokrat olanın oyunun daha kıymetli olduğu bir sistem var. Belirli magistratusların seçiminde aristokratlar arasında az buçuk oy birliği varsa diğerlerine sıra bile gelmiyor, öyle bir sistem. Yani içinde bulunduğumuz dönemle tarihi yorumlamamak lazım, her dönemin çağın kendi hakim paradigması vardır. Bize günümüzde çok basit ve sıradan gelen bir şey o dönemde çok çok büyük bir olay olabilir. Mesela köleliğin olmayışı üzerinden düşünebilirsin, o dönemde yaşamış kişilerin yazdıklarından köleliğe bakışın şimdikinden çok daha başka olduğunu görebilirsin. Belki bizden yüzlerce yıl sonra yaşayan insanlar da bizim normal karşıladığımız bazı şeylerin çok saçma olduğu düşünecek.
Aile ve Yetiştiriliş
Sezar Roma'nın aristokrat sınıfına mensup bir ailede – Julius ailesi- doğuyor. Ailesi Roma’nın en eski patrici (asil) ailelerinden biri olup, kökenlerini mitolojik Truva kahramanı Aeneas ve tanrıça Venüs’e dayandırıyorlar. Ancak ailesi o dönemde Roma’nın en güçlü ailelerinden biri değil. Yani soylu ama mali ve siyasi güç açısından zayıflamış bir aile. İyi miktarda mülkleri ve arazileri var, bu da onların hala üst sınıf olarak kabul edilmelerini sağlıyor ancak bir taraftan da ciddi nakit sıkıntıları yaşayan bir aile. Bu sebeple Sezar, Subura adlı alt-orta sınıf bir mahallede çok sayıda göçmen, yabancı ve oldukça sıradan insanlarla birlikte büyümüş. Politik kariyerinde de genelde popülist bir politika gütmüştü; bunda başarılı olma sebeplerinden biri de büyüdüğü ortamda edindiği gözlem şansı olabilir. Babası mütevazı bir yönetici ve senatörken annesi Aurelia, güçlü bir karaktere sahip ve muhtemelen Sezar’ın yetişmesinde önemli bir rol oynuyor. Çoğu aristokrat çocuğu gibi okula gitmek yerine evde özel ders alma durumu var. Tabii bu da elit bir Roma eğitimi -dönemin aristokrat çocukları için elzem olan güçlü bir retorik/hitabet, ayrıca yunanca, felsefe, tarih ve edebiyat dersleri- demek oluyor. Antik Roma'da, erkek çocuklar büyüdükçe babalarıyla daha fazla zaman geçirmeleri bekleniyor, bu yüzden Sezar da babasının forumlara ve senatoya gitmesine, bu sayede de siyasi hayata katılımlarına eşlik etmiş olma ihtimali yüksek.
Süper Mobilizasyon
Bildiğimiz üzere Sezar ömür boyu güç peşinde koşuyor, her durumu ve unvanı daha büyük bir güce ulaşmak için kullanmaya çalışıyor. Bu kadar yüksek askeri dehası olan kut kırıntısına da sahip yetenekli bir adam neden bu kadar hırslı bir şekilde askeri şan ve siyasi statü peşinde koştu? Basitçe cevaplarsak çok zeki ve departmansal olarak sağlam olup hakikati bulamayan çok insan var, çünkü bu ikisi birbirinden ayrı olaylar. Fakat bunun üzerine biraz daha detaylandırma yapalım. İnsan hayatında hakikati bulmak ve departmansal yetkinlik her zaman kol kola gitmiyor. Bu mevzuda da sosyal şartlanma doğrudan etkili oluyor diyebiliriz. Bugünün dünyasına göz attığımızda modernleşme ve küreselleşmenin getirdiği süper mobilizasyon sebebiyle alt sınıf için yükselme -dikey/sınıflar arası geçiş- cazip bir seçenek olarak sunuluyor. Bunun medyayla pompalanması ile de milyonlarca insan iyi bir iş-kariyer peşinde hiyerarşide yükselip önemli bir konuma gelme hayaliyle yanıp tutuşuyor ve yıllarca bunun için emek veriyor. Aileleri tüm güçleriyle onlara maddi manevi destek oluyor. Sonrasında rekabet dolu iş hayatında yükselmek, daha iyi statü sahibi olmak, daha çok dünyevi zevklere ulaşmak için canla başla çalışmak normal bir birey için toplumsal bir norm olmuş durumda. İnşaat ustası, berber, sanayide usta olma gibi idealler asla söz konusu değil, kimse çocuğuna bunları konduramıyor.
Eski toplumlarda, modern devlet yapısında gözlemlenen statü olarak farklı birçok basamağa denk gelen dereceler yoktu. İnsanların %90’ına yakını çiftçiydi ve bunu değiştirmek adına da bir idealleri yoktu. Çok ekstrem bir durum olmadığı sürece aileden gelen miras sürdürülürdü. Toplumun çok düşük bir yüzdesine denk gelen toprak ağalığı veya kabile liderliği gibi yönetici pozisyonları da mirasla alınıp aktarılıyordu. Siyasi açıdan reayaysan bunu değiştirme imkanın ekstrem durumlar haricinde pek yoktu. Ailesi çiftçilikle geçinen birisi, çocuk yaştan itibaren gelecekteki mesleğini bilirdi; bu kişinin içinde bulunduğu şartlar, ekonomik durumunu veya faaliyetini değiştirebileceği herhangi bir ufuk sunmadığı için değişiklik yapmaya yönelik bir uğraşı, hırsı, hedefi olmaması çok normaldi. Fakat süper mobilizasyon ile insanların tek bir hayat içinde bile birçok defa bulundukları konumlarını, yerlerini, değerlerini değiştirdiklerine de tanık oluyoruz. Bu yarışta daha da yükselmek için canhıraş çabalamanın da toplumun büyük çoğunluğunun birincil hayat amacı olduğunu görüyoruz. Roma aristokrasisini de incelediğimizde kişiler arasında küreselleşmenin getirdiği günümüzdeki rekabete benzer -ama tam olarak aynı olmayan- büyük bir rekabetin varlığına şahit oluyoruz. Nobilitas yani soylu sınıfına mensup olmak seni direkt olarak güçlü yapmıyor. Soylu bir aileden gelmek statü yükselişi için şart olsa da askeri-siyasi başarıların da olması gerekiyor. Dignitas/itibar ve gloria/şöhret en büyük değerler olarak halk nezdinde kazanılacak prestijde önemli rol oynuyordu. Sezar da sürekli olarak bireysel güç hırsı ve ailesinin de statüsünü yüksek tutmak için bu unsurları beslemek zorundaydı. Nasıl bugünün modern dünyasında karizma-haz-para-güç-statü peşinde koşan milyonların yaptığı işi asla sorgulamaması, gaflet içindeki yaşayışları mümkünse; Sezar da benzer bir oyunu aristokrat şekliyle kabul etmiş olabilir. Yani herkes bu güç kazanma yarışını oynuyordu fakat bu oyunu neden oynadığını asla sorgulamıyordu. Sezar da bunun üzerine belki hiç düşünmemiş bile olabilir. Caner Taslaman’ın “Ruhun Yedi Çığlığı” kitabından şöyle bir alıntı yapalım:
Modernite ve küreselleşme süreçleriyle birlikte KPH (karizma,para,haz) elde etme hedefiyle yaşamak, geniş bir kesimin, Bourdieu’nun (1930-2002) meşhur ettiği deyimle “habitus”una dönüşmüştür diyebiliriz. Habituslar, içinde yaşanılan çevrede edinilir ve onlara sahip kişi, adeta “Başka türlü nasıl olacak ki!” diyerek, başka türlüsünü kolay kolay düşünemeyecek şekilde onları benimser. Birçok habitus gibi “KPH idealiyle hayatı kurmak” ciddi bir sorgulama süreci olmaksızın benimsenmekte, çevreye ve sonraki nesillere aktarılmakta, karaktere içkinleşmiş bir şekilde birçok düşünce ve davranışın motivasyon kaynağı olmaktadır.
Costly Signaling
Sezar’ı inceleyince göze çarpan şeylerden birisi de kitleye kendini iyi pazarlayabilmesi. İlk olarak Bitinya bölgesinden dönüşte korsanlar tarafından kaçırılmasındaki durumu idare edişine değinelim. Bu bir rivayet tabii ki. Korsanlar 20 talent altını fidye olarak isteyeceklerini söylediklerinde kendisinin daha değerli olduğunu söyleyerek 50 talent altın istemeleri konusunda ısrarcı oluyor. Şimdi bu irrasyonel tavrın arkasındaki neden costly signaling’in önemini çok iyi anlaması. Costly signaling de bir şeye yüklediğimiz anlam ve önemin onun bize mal oluş boyutuyla doğrudan orantılı olmasıyla ilgili. El emeği bir çizimin dijital bir fotoğraftan değerli oluşu gibi, ya da el işçiliğiyle yapılmış bir halının fabrika çıkışlılardan çok daha değerli oluşu gibi. Benzer şekilde online bir uygulamada birini randevuya çağırmakla yüz yüzenin aynı olmayışı gibi. Bu nedenle sıradan birisi fidyeyi düşürmenin hayatta kalma şansını arttıracağını düşünür –ödeme şansı daha yüksek olacaktır- ancak Sezar diğerlerinin gözündeki değerini yükseltmenin hayatta kalma şansını arttıracağını biliyor. Yani korsanlar ödül ne kadar büyük olursa Sezar’ın ölmemesi için o kadar çabalayacaklar. Bu tabii ki Sezar’ın buluşu değil, doğada bile birçok örneği var. Mesela hayvanlarda ceylanlar gözdağı vermek için çok enerji harcatmasına rağmen yüksek sıçrayışlar yaparlar, bunun avcıya verdiği mesaj “ben diriyim, benimle boşuna zamanını kaybetme”dir. İnsanlarda da biri gereksiz bile olsa varlıklı olduğunu ispatlamak için aşırı pahalı bir saat takabilir. Ya da çok zor kazanılmış bir diploma kişinin eğitim düzeyini ispatlayıp zeki, çalışkan, azimli olduğuna yönelik deliller sunar. Ekstrem sporlarla uğraşıyor olması disiplinli, cesaretli olduğunu vs. gösterir. Birçok dinde tanrıya bağlılığın sembolü olarak fedakarlıklar istenir, rahibelerin ve papazların iffet yemini edip evlenmemesi gibi.
Sezar bu costly signaling mevzusunu hayatı boyunca sık sık kullanarak kendi değerini başkalarının algısında sürekli olarak yüksek tutmayı başarıyor. İşte parası olmasa bile henüz daha hiyerarşide çok yukarıda olmayan ama kendini göstermeye elverişli bir mevki olan aedile iken hayvan gibi borca girip -31 milyon sestertii, Sezar’ın yıllık gelirinin yaklaşık 60 katı- halka açık festivaller ve ziyafetler vermesi de bu sebeple. Diğer liderlerin cüret edebildiği miktarın çok çok üstünde. Popülarite ve statüsünün yükselmesini daima ön planda tutuyor. Genç kadınlar için pek cenaze töreni yapılmadığı dönemde yine status quo’yu değiştirip eşi Cornelia için gösterişli bir tören düzenliyor. O dönem için inovatif olan bu hareket ileride toplumda sık kullanılan bir norma dönüşüyor.
Costly signaling’in en büyük örneklerinden birini de Hispania’dan dönüşte Triumph’ı reddedişinde görüyoruz. Triumph/Zafer alayı olağanüstü askeri hizmet sonucu Roma topraklarını genişletmiş generallere verilirdi. Adamların seni aday gösterdiği takdirde senatoya başvurup defne çelengi takarak Roma'ya girebilir ve elde edilen ganimetlerin sergilendiği büyük bir geçit töreninde başarını tüm halkın önünde kutlardın. Sezar'ın adamları onu bir zafer için aday göstermişti ve senato da bunu ona vermeye meyilliydi. Tahmin edeceğiniz üzere bir Triumph auctoritas'ına inanılmaz katkıda bulunurdu. 300-500 senatör varsa bunların çok çok azı Triumph kutlama şerefine erişmiş olurdu. Yani Triumph, herhangi bir Romalı politikacı için siyasi ve askeri kariyerlerinin gerçek anlamda ulaşabileceği en zirve nokta. Modern dünyada aklınıza gelebilecek Nobel yahut Oscar gibi ödüllerden çok daha yüksek bir şey. Fakat senatoda Sezar’ın konsül olmasını istemeyen bir kesim yaptıkları ayak oyunuyla Sezar’ı Triumph ya da konsül adaylığı arasında seçim yapmak zorunda bıraktı. Triumph’ı reddetmek o dönem için o güne kadar asla olmamış ve hayal bile edilemeyecek bir karar. Evet, Triumph’ı elde ettiğinde popülaritesini kat be kat arttıracaktı fakat Triumph’ı reddeden tarihteki tek kişi olmak onu bambaşka bir seviyeye çıkardı. Kısaca en büyük ödülü reddedebilecek kadar güçlü olmak onu halkın gözünde efsane yaptı.
Kitle Dinamiklerine Hakimiyet
Peki askerleri neden taparcasına onu koşulsuzca her yere takip etti? Kritik anlarda insanları nasıl ikna edebildi? Burada insan psikolojisindeki ustalıklarına biraz değinelim. Bir kere aristokrat bir aileden gelse de yetiştiği bölge Suburba’nın öyle olmadığını belirtmiştik. Yani alt sınıf insanlarla iç içe bir şekilde yetişiyor ve bu da çoğu soylunun aksine onların şartlarını ve dinamiklerini anlamasını sağlıyor. Bir keresinde Ali Koç’la ilgili anlatılan bir olayda köpeğinin çok havlamasından şikayetçi olan bir çalışana “bahçeye çıkarsanıza rahatlarsınız” tarzında cevap vermiş. Yani adam çalışanların neredeyse hepsinin sitelerde katlı apartmanlarda oturduğundan bile bihaber. Olay doğru da olabilir yanlış da fakat sizin şartlarınızdan haberi olmayan birini, size empati yapamayan birini lider olarak görmeniz çok zordur. Sezar bunun tam tersi. Askerlerini ve geldikleri şartları tanıyor, gerektiğinde onlardan biri gibi davranıyor, onlarla aynı zor koşulları paylaşıyor. Onlara kendilerini değerli hissettiriyor. Maaşlarını fazla fazla ödüyor, en iyi zırhları ve silahları temin ediyor. Onları şımartmak adına birçok şey yapıyor. Krizdeki sert disiplin dönemi haricindeki hatalarında büyük cezalar vermiyor. Onlara askerlerim yerine “yoldaşlarım” diyerek sesleniyor.
Yani soylu olmasına rağmen halkla iç içe birisi. Onların arasına karışıyor ve kendini soyutlamıyor. Böylece halkın gözünde "kendilerinden biri" gibi görünmeyi başarıyor. Bunun yanında kritik anlarda ordusunu ateşlemeyi iyi biliyor. Mesela ordusunun önünde savaşa girdiği birçok savaş var. Kendisini tehlikeye atmaktan asla kaçınmıyor. Örneğin Alesia’da da Galya kuvvetleri, kuşatmayı yarmak için Roma hatlarına eş zamanlı olarak hem içeriden hem dışarıdan saldırdığı sırada Roma savunmasını kırmaya çok yaklaşıyorlar. Germen paralı askerleri geri çekilmeye başlıyor falan. Sezar tam bu noktada kırmızı pelerini takıp seçkin süvari birliklerinin başına geçip savaş alanında bizzat yer alıyor. Bu tip kritik savaşın belirleyici noktalarında devreye girip Romalı askerlere moral aşıladığı ve "ölümüne savaş" motivasyonunu verdiği örnekler mevcut. Bu gibi şeyler askerleriyle ayrı bir bağ kurmasını ve askerlerinin onu koşulsuz takip etmelerini açıklıyor. Sanırım bu konuda halkın anlayabileceği dilden, sade ama etkileyici bir şekilde konuşmasının da payı var. Avukatlık yaptığı dönemde de halka açık davalarda yaptığı pratiklerde retoriğini geliştirmiş. Kelimeleri dikkatle seçerek, duygusal bağ kuran ve insanları harekete geçiren bir hitabet yeteneği var gibi görünüyor. Örneğin, Senato’daki rakipleri karmaşık ve soyut konuşmalar yaparken, Sezar basit ve güçlü sloganlarla akıllarda kalmasını başarıyor.
Stres Altında Erimemek / Metaneti Korumak
Sezar’ın bir diğer etkileyici özelliği de şartlar kötüye gittiğinde paniğe kapılmaması. Ekstrem durumlarda mümkün mertebe duygularının esareti altında kalmıyor. İster bozguna uğrasın, ister kuşatma altında kalsın, ister korsanlar tarafından kaçırılsın sakin ve kararlı kalabiliyor. Dyrrhachium Savaşı’nda Pompey’in kuvvetleri Sezar’ın ordusunu büyük bozguna uğrattığında “Bugün düşman zafer kazandı ama bizi yenemedi” diyerek moral vermeye devam ediyor. Devamında Pharsalus’ta sayıca çok az olmasına rağmen Pompey’i mağlup ediyor. Benzer şekilde Gergovia’da kaybettiğinde devamında Alesia’da büyük bir zafer alıyor. Pompey de mesela Roma tarihinin en büyük generallerinden birisi, fakat Pharsalus’ta Sezar planını anlayıp sağ kanattan gelen atağı çökerttiğinde ve kaybedilen momentumda ordusunu geri toplayamıyor. Evde kahvemizi yudumlanın rahatlığında Pompey’i eleştirip aslında Sezar gibi davranmanın ne kadar doğru olduğunu, biz de olsak öyle yapacağımızı falan düşünebiliriz elbette. Mike Tyson’ın meşhur sözü var hani “Ağzının ortasına yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı vardır.” diye başlar ve “Sonra bir fare gibi korkudan durup donakalırlar” diye devam eder. İşte donmamak, bunun yerine soğukkanlılığını korumak ve yeniden kendini toparlayıp sağduyulu davranabilmek aşırı zor bir beceri. Üstüne çokça çalışıp pratik yapıp kendini zor şartlarda eğitmiş olmayı gerektiren bir olay.
Peki bu nasıl yapılabilir? Fikir vermesi açısından bir kaç şey yazalım. Sezar da aslında birçok yumruk yiyor ve bocalıyor, sakinliğini kaybediyor. Mesela Gergovia'da kaybettiğinde hata üstüne hata yapmaya başlıyor. Tabii rakipleri de aşırı özgüvenli hissedip birden daha da kötü hatalar yapıyor ve bu da onun yeniden toparlanıp Alesia'da zafer kazanmasında etkili oluyor. Ancak şu da net ki Sezar da bir süreliğine sakinliğini kaybediyor. Yani onu farklı kılan çelikten sinirlerinin olması falan değil. Bu adam da bir insan ve korkuyor, şaşkınlık geçiriyor vs. Ne kadar iyi hazırlanırsan hazırlan, ilk kez büyük bir başarısızlık yaşadığında bu büyük bir şok etkisi yaratıyor. Muhtemelen donup kalıyorsun, rasyonelliğini kaybediyorsun ve bir şekilde kötü tepkiler veriyorsun. Bunu tamamen engellemeye çalışmak insan olmamızdan ötürü beyhude bir çaba gibi duruyor. O halde yapabileceğiniz en iyi şey başarısızlığa alışmak ve tekrarlanan pratik deneyimlerle nasıl tepki vereceğimiz konusunda ustalaşmak. Bir de bunu düşük riskli bir ortamda yaparsan, yüksek riskli bir ortamda başarısızlıkla başa çıkmak için daha iyi hazırlanmış olursun. Daha az yara alarak başarısızlığın getirdiği kötü duygularla mücadele etme konusunda kazanımlar sağlarsın. Saha görevi şimdi gözüne bir başka gözükmüş olmalı. Tcma sana reddedileceğin sayıya dair bir hedef belirletip işin psikolojik dezavantajını avantaja çevirmeni sağladı. Normalde başarısızlıktan kaçınmaya programlıyken birden kendini onu arar halde buldun. Başarısızlıktan çekinmediğinde kendini ortaya daha rahat koyabilme cesaretini buluyorsun çünkü en kötü ihtimalle belirlediğin hedefe daha çok yaklaşmış olacaksın, win durumu. Beyninin başarısızlığa verdiği tepkiyi daha sağlıklı hale getirdiğinde bu hayatının her noktasına sirayet edecek. Atıyorum mesela satış işi yapıyorsan daha çekinmeden yapacaksın, normalde müşteriyi kaybedecekken pozitifliğin ile durumu çevireceksin. Yahut sosyal ortamda bir dişi olumsuzlukla test ettiğinde umurunda bile olmayacak ve testi geçeceksin. Son olarak da Michael Jordan’ın sözüyle konuyu kapatalım. “Basketbol kariyerim boyunca 9.000’den çok şut kaçırdım. Nerdeyse 300 maç kaybettim. 26 kez maçı kazandırmak için son şut bana verildi ama kaçırdım. Yaşamımda tekrar ve tekrar başarısızlığı tattım. Ve işte, bütün bunlardan dolayı da başarılı oldum.”
Sabrın Önemi, Amaca Odaklanmak ve Şans Faktörü
Dikkat çeken noktalardan biri de Sezar gibi tarihte derin iz bırakmış bir liderin bile en üst düzeyde kendini kanıtlama şansı elde etmesi için 40 yaşına kadar beklemesi gerekmiş. Yani bu adam 40 yaşında ölseydi bırakacağı etki şuan bıraktığı etkinin yanından bile geçmezdi muhtemelen. Tüm zamanların en zeki ve yetenekli, dahi liderlerinden birinin bile Roma'nın ilk adamı olma hedefini başarması 40'lı yaşlarına kadar sürmüş. Sezar'ın hikayesine baktığımızda ne kadar dahi olsanız da, stratejiniz harika da olsa bazen amacınıza ulaşmanız zaman alabilir. Hayat şartları fırsatları karşınıza daha geç çıkarabilir.
Sezar’da gördüğümüz bir diğer olay da amacını ve ne istediğini iyi bilmesi, dikkat dağıtıcılara pek kapılıp gitmemesi. Sezar’ın amacı batıl da olsa bu ibret alabileceğimiz bir özellik. Bu basit görünen ama güçlü bir mantalite. Yan maceralar, bir kadına kaptırıp gitme –Mesela Sezar’ın ölümünün ardından Kleopatra’nın Mark Anthony’e olan etkisi gibi-, gibi şeylerle dikkati pek dağılmıyor, çünkü hedefine odaklı yaşıyor.
Bir de bu kadar olaydan sonra -genç bir delikanlıyken Civic Crown takması, Roma onur madalyasını hak etmesi, korsanlar tarafından kaçırıldığında hayatta kalması, Crassus gibi birinin siyasi kariyerini finanse edebileceği bir zamanda gelmesi vs.- Sezar’ın şanslı birisi olduğunu düşünmek de abes olmaz fakat şöyle bir durum var. Aslında şanslı deyip geçmek sadece basite indirgemek olur, adama epey haksızlık etmiş oluruz. Diğer bir açıdan adam fırsatları iyi kullanıyor ve avantajına çevirebiliyor demek daha doğru olur. Fırsatlar herkesin önüne gelebiliyor ama herkes kullanamıyor çünkü ya doğru yerde olamıyorsun ya da olsan bile hazırlıksız ve meziyetsiz oluşun fırsatı kaçırmana neden oluyor. En basitinden çok gol atan santrforlara yapılan “beleşçi, balına top geliyor boş kale sallıyor hamuq aslında bir numarası yok” yorumu gibi. Lan diğerleri niye o kadar gol atamıyor o zaman diye sorarlar. Bu adamın pozisyon alması, önsezileri, topsuz oyundaki koşuları, vücudunu koordine edişi vs. diğerlerinden üstün olduğundan daha fazla şans yakalayıp değerlendiriyor olabilir mi? Sezar da dehası ve diğerlerine kıyasla hayatı daha iyi anlaması sebebiyle karşısına çıkan fırsatları oldukça iyi değerlendiriyor, zor durumları avantaja çevirebiliyor. Yani aslında bunların şans olarak görülmesi daha çok adamda var olan yetenek ve becerilerin tezahürleri. 90’lı yıllarda bir basketbol maçını izlerken de topun sık sık Michael Jordan’a geldiğini fark edebilirsin. O anda gerçekten bu sana şans gibi görünebilir ama gerçekte olan şey takım arkadaşları tarafından Michael Jordan’ın yeteneklerine fazlaca güvenilmesi, onun duracağı yeri diğerlerinden iyi bilmesi ve oluşan pozisyonlardan da diğerlerine göre daha iyi faydalanabilmesi gibi faktörlerin birleşimi sonucu daha fazla inisiyatif hakkına sahip olması.
Cesur ve Temkinli Olmak
18 yaş Sezar için dönüm noktası. Cinna öldürülüyor ve Sulla iç savaş başlatıp kabus gibi bir diktatör oluyor. Direkt olarak Marius ve Cinna yandaşlarını öldürmeye başlıyor. Yüzlerce kişi öldürülüyor. Hatta kişilerin listesi yayınlanıp öldürecek kişilere ödüller vaad ediliyor ve öldürdükleri kişilerin mallarını alabiliyorlar. Kısacası büyük bir kaos çıkıyor ve Roma’da kan dökülmeyen bir yer kalmıyor. Kocalar karılarının kollarında, oğullar annelerinin kollarında katlediliyor. Neyse ki Sezar’ın ismi listede yok. Sebebi de o dönem yaşı daha çok genç ve henüz bir güç elde etmiş değil. Bu nedenle radar altı bir konumda. Yine de rahiplik unvanına –Flamen Dialis- sahip ve Cinna’nın kızıyla evli. Sulla boşanması ve kendi tarafından biriyle evlenmesi durumunda bir sorun olmayacağını söylüyor. Şimdi bunu bir sürü başka insana da söylüyor ve hepsi kabul ediyor. Boşanmak da Roma’da yaygın ve o kadar büyük olmayan bir olay, zaten kan gövdeyi götürmüş herkes canının derdinde. Boşanırsın sonra başka evlilik yaparsın ve işine bakarsın kafasında herkes. İşte tam da burada Sezar’ın özel olabileceğine dair ilk emareyle karşılaşıyoruz. Sezar Sulla’ya net bir şekilde siktiri çekip evliliğini sürdüreceğini belirtiyor. Neden? 2000 yıl öncesine gidip birinin kafasının içine girmemiz zor. Bu konuda birçok farklı yorum var ama görünen en mantıklı sebep şu. Adam istemiyor abi. Bir başkasının üzerinde kontrol kurmasından hoşlanmıyor. Sadece bir başkası ona bunu yapması gerektiğini söylediği için karısından boşanmış bir adam olarak yaşamaktansa hayatını riske atmak onun için daha cazip bir seçenek. Mutlak otorite olduğu konumda Sezar’ın boyun eğmemesi şokunu yaşayan Sulla da Sezar'ın rahipliğini elinden alıp idam edilebilmesi için tutuklanma emri çıkarıyor. Sezar da güneye kaçıyor fakat eninde sonunda yakalanıyor. Öldürülmemesi için annesi bağlantılarını kullanıp bir şekilde Sulla’yı ikna ettikten sonra Sulla da Sezar’da bir farklılık görmüş olacak ki “Bu çocuğun hayatı için yalvardınız ama ileride büyük bela olacak” tarzda bir uyarı yapıyor.
Sezar karakter olarak cesur ve atılgan birisi evet fakat Sezar’ın savaşlardaki hamlelerini doğrudan bu karakteristik özellikleri üzerinden tanımlayamayız. Sezar savaşta ne zaman dengeli gitmesi, ne zaman durması, ne zaman gözünü karartması gerektiğini kestirebilen ve kestirdiği şeyi uygulayabilen birisi. Her duruma gösterilmesi gereken tepki birbirinden farklıdır; bunu kestirebilecek hayat tecrübesine ve farkındalığa sahip olup gerekeni yapmak gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla Sezar tam da bunu yapıyor. Hem belirli bir tecrübe ve farkındalığa sahip hem de kriz anlarında o anın duygularına kolay kolay kapılıp gitmiyor, kafası karışmıyor. Bu yüzden de bunu etkili şekilde yapabiliyor. Mesela Galya’da bazen Sezar’ın bilmediği ve ne çıkacağını kestiremediği yerler karşısına çıkıyor. Aptalca atılgan olmak lazım diye atlasaydı perişan olması muhtemeldi, çünkü ordusu hem o girmeye çalıştığı yere örneğin bir Galya ormanına uygun değil, hem Galyalılar o bölgelere detaylarına kadar hakim olduğu için çok avantajlı. Fakat Sezar bu durumlarda durup beklemeyi ve durumun ne olduğunu kestirip öyle hamle yapmayı tercih ediyor. Mesela sonraki dönemlerde Teutoburg Ormanında Romalıların yaşadığı hezimetin ihanet haricindeki diğer sebebi bilmedikleri bir bölgeye doğru düzgün önlem alınmadan ve ne olduğu kestirilmeden girilmesiydi. Sezar da eğer temkinli olmasaydı benzer şeyler yaşayabilirdi. Diğer taraftan Sezar gerektiğinde ordusuyla beraber onları cesaretlendirmek için ön saflara atılabilen, saldırma imkanı bulunca şartlar müsaitse hızlıca gerekenin yapılmasını isteyen bir komutan. Genel hatlarıyla bakınca aslında çok atak ve gözü kara, fakat mevcut durumun ve doğru hamlenin ne olduğunu kestirebilen ve buna göre gerektiğinde durmasını bilen birisi. Tabii ki savaşta Sezar’dan konuşacaksak dehasına değinmemek olmaz. Sezar’ın savaşta bir dahi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zeki insanla dahi insan arasında ürünlerde görülebilecek bariz farklar olur, mesela Alesia Kuşatmasında ördüğü ikinci duvar bunun bir işaretidir. Bu dehasının farkında olmasını ve belki dışarıdan delice görünecek şeylerin tutacağını kestirebildiği için gözü kara şekilde uygulamasını da tecrübesi ve sakin kalabilmesine eklemek lazım. Bu özellikleri savaşta Sezar’ı tanımlayan özellikler.
Betaların Aşağı Çekmesi ve Roma'nın Kral Travması
Sezar’la senato arasındaki ilişkilere baktığımızda pek çok defa senatonun Sezar’ın önüne set çekmeye çalıştığını, fazla sivrilmesini önlemeye çalıştığını görüyoruz. Bunun aslında iki temel sebebi var. Birincisi Roma’nın krallıktan cumhuriyete geçiş sürecinde yaşadığı travma. Roma bildiğimiz üzere krallık olarak kuruldu. Sonraki dönemlerde son kral Tarquinius Superbus (Kibirli Tarquinius)’un baskıcı yönetimi ve bardağı taşıran damla olarak da oğlunun Romalı soylu bir kadın olan Lucretia’ya tecavüz etmesi halkı isyana sürükledi ve halk kralı kovdu, cumhuriyet ilan edildi. Bundan sonra kral kelimesinden hep korkuldu, güç dengesi için bir sistem kuruldu. Sezar’ın evlatlık oğlu ve cumhuriyet döneminden sonra Roma’nın ilk imparatoru Augustus bile kral (rex) unvanını kullanamadı, princeps (birinci vatandaş) ünvanını tercih etti. Birinin değil kendine kral demesi, öyle davranmaya başlaması bile halkta bu travmayı tetikleyen bir şeydi. Yani birinin sivrilmesine duyulan korkuyu biraz Roma’nın bu gibi kendine has şartları içinde de aramak lazım. Sezar’ın çok güçlenmesi ve iyice tek adamlığa giden hamleleri bu travmayı tetiklemiş ve senatoyu Sezar’ın gücünü sınırlama/kesme çabasına itmiş olabilir; sonraki dönemlerde suikast planlarının yeşermesine sebep olan şeylerden biri de muhakkak ki tarihi hafızadan gelen bu korku.
Sezar’ın her türlü krallık imasına halk da çok ciddi gerek pasif gerek aktif tepki gösteriyor, genel olarak diktatörlüğe meyleden herkese bu tepki gösteriliyor. Bunun sebebini de yukarıda açıkladık zaten. Buradan başka bir konuya da değinelim. Romalıların bir kutsal günü sırasında Sezar kenarda oyunu izlerken yakın adamlarından Marc Anthony gelip Sezar’ın kafasına taca benzeyen bir şey takıyor, Sezar 2-3 kere reddediyor ve halk coşkuyla alkışlıyor bu olayı. Bu çok büyük ihtimalle bir nabız yoklama işlemi. Mesela günümüzde de bir şey yapılması düşünülüyorsa önce çok da yükseklerde olmayan biri aracılığıyla bu iş dile getirilip halkın buna tepkisine bu durum üzerinden bakıyorlar. Halk olumlu tepki verirse devam ama halkın tepkisi olumsuzsa çıkıp bizim böyle şeylerle işimiz asla olmaz vb. açıklamalarla devam ediyorlar. Nabız ölçüyorlar kısaca. Sezar’ın olayını da böyle düşünebiliriz. Muhtemelen orada bir nabız yoklamak istedi, halk tacı görüp korku emareleri gösterince kıvırdı hemen. Belki de sadece kitle önünde şov yapmak istedi.
Sezar’ın engellemeye çalışılmasının ikinci temel sebebi de güç açlığının, politik oyunların, statü edinme çabalarının had safhada olduğu Roma politikasında birinin fazla sivrilmesini istememek, sivrilen insana duyulan korku ve kıskançlık. Mesela kadınlar her zaman sahip olduğun şeylere tav olmazlar, bazen de sahip olma potansiyelinde olduğun şeyleri görüp sana erkenden yatırım yapmak isterler. Bunu ileride değerlenecek bir arsayı uygun fiyattan satın almak gibi düşünebilirsin. Betalar da aynı içgüdü ile davranırlar. Onların seni aşağıya çekmeye uğraşmaları için bir alfa olmana gerek yok, bunun potansiyelini dahi barındırman onları kudurtur. Çünkü alttan alta senin olduğun seviyeyi farkederler. Kendileri o seviyede olmadıkları için çıldırır ve seni aşağıya çekmek için türlü davranışlarda bulunurlar. Lisedeki bir sınıfta bu davranışların çoğundan kendileri de bihaberdir, farkında olmadan refleksif olarak seni baltalamaya çalışırlar. Politikada da durum benzerdir, tek fark ise orada her şey kasıtlıdır ve hesaplanarak yapılmaktadır. Günlük hayattan, betalardan zaten sivrilen insana duyulan müthiş korku ve kıskançlık hissini, bunun getirisi olarak iblisin de gazlamasıyla betanın otomatik olarak verdiği aşağı çekme tepkisini hepimiz gözlemliyoruz. Bu çok küçük olaylarda bile yaşanıyor, bir de Roma’nın o dönem en büyük güç olduğunu ve Roma politikasının dünyadaki gücün merkezi olduğunu da hesaba katın. Tabii ki güç açlığından doğan menfaatler için ayak oyunları ve kıskançlıklar inanılmaz seviyelerde.